Otobüs-kazak projesi, ta geçen ekim ayında yazdığım şu yazıdan çıktı. Okulun servis otobüslerini çok seviyorum, tişört yapsalar giyerim diye sızlanınca buralarda, Cessie kazak örmeye başlamış. Annesinin de yardımıyla örülüp biten kazak, bahsi geçen otobüs-kazak. Yani proje filan dediğime bakmayın, aslında benim en ufak bir katkım yok; Cessie'nin düşünceli tatlışlığı ve nezaketi var, annesinin sabrı var. Koyayım hemen aşağıya:
Sevinç ve gururdan boynumda damarlar pörtlemiş. Gerçekten acayip sevindim, kazağı düşündükçe kendi kendime "Mihiihiih" diye gülüyorum. Otobüsün kendisini de ekleyeyim:
Son bir şey kaldı, kazağı giyip okula gitmek ve otobüslerden birini yakalayıp birlikte bir fotoğrafımızı çektirmek. O arada Fizik kantininden patso da yerim. Otobüsleri sevdiğim kadar o ekmek arası patatesli karbonhidrat patlamasına da bayılıyorum.
Kitaplara atlıyorum buradan, şu ikisini bitirmiştim, yazayım diye kaç gündür debeleniyorum. Aşağıdaki fotoğrafı çektikten sonra sahneyi olduğu gibi bırakmışım masada, barbar kocam görünce "Hohohoh bloga kitap fotoğrafı çekilmiş!" diye eğlendi, o kahve fincanını kitaplara doğru itelemeseydim keşke.
Hiç Ishiguro okumamıştım, çok beğendim Beni Asla Bırakma'yı. Ne kadar acayip bir konu ve ne kadar sade bir dil, sakin bir anlatım. Ne zamandır okuduğum en kendine has romandı sanırım bu, tuhaf hisler içinde bitirdim. Bir süre de düşünmeye devam ettim. Çevirisi de güzeldi.
Bu kitap, Bizim Büyük Challenge'ımızın 18. maddesine tekabül ediyor, "Daha önce hiç okumadığınız Nobel ödüllü bir yazarın bir kitabı."
Mahir Ünsal Eriş'in kitabını sırf kapağı için bile alırdım aslında ya da içindeki M.K. Perker resimleri için. Çok güzel olmuş hikayenin arasına serpiştirilmiş o çizimler. İki bölüm gibi düşünebiliriz Öbürküler'i; ilk bölüm nefisti, taşradan İstanbul'a doğru pek de istemeden ve hatta çok da anlamadan yola çıkan aile, İstanbul'da taşındıkları ev, arkada hafiften İstanbul'da o dönem olup bitenler. Dil de nefisti, karakterler de. Güleyim mi korkudan büzüleyim mi bilemeden bitirdim ilk bölümü, ikinci bölümden itibaren bu heyecan ve tempo düşmeye başladı. Bir yerden sonra tekrar etmeye başladı kendini kitap ve aniden bitti. Kursağımda kaldı anlayacağınız ama tavsiye eder miyim, ederim.
Bu kitap, Bizim Büyük Challenge'ımızın 35. maddesine tekabül ediyor, "Bir yazarın son kitabı."
Bu ikisini yazana kadar bir de Adınla Çağır Beni'yi bitirdim. Çok üşeniyorum kalkıp kapağının fotoğrafını çekmeye, internetten bulup koydum yan tarafa.
Kitabın ilk üçte birini filan ite kaka okudum biraz, bir yerde "Allahım bu ergen oğlanın canlı cansız her şeyle olan bu hormon dolu mücadelesi bitmeyecek mi?!" diye isyan da ettim. Sonra nasıl oldu anlamadım, biri bu 17 yaşındaki oğlan, diğeri 24 yaşındaki genç bir erkeğin arasında olup bitenler bana inanılmaz dokundu. Ecnebilerin o acı-tatlı dedikleri his kaldı içimde kitabı bitirdikten sonra. Sanırım ruh vardı hikayede, kalp vardı, ondan böyle oldu.
Bunun yanında bir de okuduğum en güzel yaz mevsimi tasvirleriydi; güneşi, ağaçların yapraklarını, denizin tuzunu, her şeyi hissettim, çok hoşuma gitti. O kasabadaki küçük kitapçı, kasabanın meydanı filan gözümde canlandı. İyi bir yazar Andre Aciman.
Çevirisi beni biraz sinir etti, "arka fon" kötü Türkçe değil mi, ben mi uyduruyorum? Fon zaten arkada olan bir şey, niye arka fon diyoruz defalarca? Kayıp kelimesi yerine "yitik" de battı bana, "...bu yitiğin acısını hissetsin..." filan. Kitabın geri kalanında böyle bir öz Türkçe iddiası da yoktu. Ay neyse çok söylendim, o yüzden orijinali "Later" olan, "See you later"dan kısaltma veda sözünün Türkçe'ye anlamsızca "Daha sonra" olarak çevrilmiş olmasını geçeyim. Ne denebilirdi, onu da bilmiyorum, bilmediğim için de edebiyat çevirmeni değilim zaten.
Bu kitap, Bizim Büyük Challenge'ımızın 26. maddesine tekabül ediyor, "Uyarlama filmini merak ettiğiniz bir kitap."
Bugün spor salonunda başlangıç seviyesinden orta seviyeye terfi ettik, yarın yataktan çıkmaya çalışırken ağlayacağıma o kadar eminim ki. Spora başlayalı 4,5 ay oldu ve hala her şey çok zor allahım, ne biçim bir çileymiş bu. Gideyim biraz dolanayım evin içinde, üzerime bir gerzeklik çöktü, ne yapsam bilmiyorum. Meseleleri uzatmaya meyilli bir fikrisabit olduğumdan "Daha sonra!" diyerek uzaklaşıyorum.