Showing posts with label kartpostal. Show all posts
Showing posts with label kartpostal. Show all posts

October 4, 2017

Beşinci Gün / Ispanak Gene Kaldı Dolapta

Dün öğle yemeği yemeye okula gittim, Vicky beni hocaların yediği yere götürdü. (Fekültiy kılab yani.) Gerçekten de hep hocalar yemek yiyiyordu. Sonra da Mimarlık kantininden kahve aldık, bahçede oturduk biraz. Okul açılmış, her yer çocuk dolu. Şöyle gözümü kısıp baktım, bu sene 1999 doğumlular başladı galiba üniversiteye, aman yarabbi.

Kampüsü çok seviyorum, eski mavi servis otobüslerini ise daha da çok seviyorum.


Şu renklerde tişört yapsalar da alsak.

Dolmuşla döndüm eve. Yolda giderken müzik dinleyeyim dedim, baktım Spotify "Your Time Capsule" diye liste yapmış, çal der demez telefonumun ekranını bu tanıdık sima kapladı:


Zeki Beyciğim. Tabii taym kapsülün de gene yarısı benim dinlediğim şarkılar, yarısı barbar kocamınkilerden oluşuyor. Kaderime razı oldum dolmuşta.

Eve girerken posta kutusunda şunu buldum:


Ne güzel kart yahu, o kadar beğendim ki! Itır yollamış, Girit-Hanya'dan, ecnebiler Chania diyor. Aristoteles pulu var üstünde, Yunan pullarını da çok beğeniyorum.

Ispanak gene olmadı. Dolapta günlerdir sürünen patlıcanları ve kabakları harcayayım dedim, türlü gibi bir şey yaptım. Yanına da pilav. Ama kepekli pirinçten, bir ölçü pirinç ve yarım ölçü yeşil mercimek. Bunlara hep asgari miktarda zeytinyağı koyuyorum. Dün hiç ekmek yemedim.

Kardeşim bilgisayarında şu fotoğrafı bulmuş, dün yolladı:


Bir kucak dolusu puantiye. Evde hiç köpenk yokmuşçasına özledim Mara'yı.

Akşam bir tane kısa belgesel izledim, Amerikalıların silahlarla ilişkisi üzerine. Ne zamandır seyrettiğim en bunalım verici şeydi. Şuraya koyayım, belki merak eden olur:



Öyle içim büzülerek gidip yattım. Beşinci günü böyle tamamladım.

March 25, 2015

Panait ve Nikos Gibi Oturalım mı?

Ay gene düştüm ben ya, nasıl olabiliyor anlamıyorum. Kudi dışarda havlamaya başladı diye bir hışım kendimi terasa attım, atmamla yere yapışmam bir oldu. Görünürde bir şeyim yok, Kudi'yle konuşmuyoruz şu anda, sinirimden Koko'ya da atar yaptım.

Sabah her şeye gıcık kaparak uyanmıştım zaten. Tchibo'ya email yazdım, içinde atarlı soru işaretleri var bol bol. Gerizekalı olduğum için önce iki kişiye okutup onay aldım, böyle normal insan siniri gibi olsun istedim, zavallı biri gibi olmayayım. Kardeşim biraz daha çemkirmemi söyleyince biraz daha çemkirdim, öyle yolladım emaili. Bakalım ne olacak. (Aaaa şimdi telefon ettiler, bugün halledeceklermiş. Şüpheler, şüpheler. Ben artık oradan alışveriş yapmak istiyor muyum, ondan da emin değilim.)

Bugün Panait Istrati ve Kazancakis'in bu fotoğrafını gördüm. Meğer elele tutuşup Sovyetler Birliği'ni gezmeye gitmişler 1927-1928'de.


Burası Gürcistan'da bir Milli Park'mış. Allahım ne kadar sevimliler, heykellerle bir örnek pozlar falan. İnsanın yanaşıp arkadaş olası geliyor.

Okuldan eski bir arkadaşım bir ara facebook'ta "Neden artık kimse simli kartpostal yollamıyor?" diye sormuştu, tabii hemen müdahale ettim "Ay istediğin simli kart olsun, ohoooo!" diye. Kısa sürede işler çığrından çıktı, geçenlerde şunu yolladı bana.


Kartın dışı böyle güllü, yanık yanık; içini açınca kalpler fırlıyor, üç boyutlu. Bir de üstüne parfümlü kart, aklımı kaçıracak gibi oldum ahahahhahha! Bunun boy ölçüşecek kart bulmak için Tandoğan'daki asker pasajına gitmem gerekiyor olabilir.

Asker pasajı deyince aklıma tuhaf bir şekilde annem geliyor. Birkaç sene önce annem ve babam, beni ve arkadaşım Sarıkafa'yı kollarının altına sıkıştırıp Gar Lokantası'na götürdü. Ordan Cermodern'e yürüdük falan derken o altgeçide girdik, sağlı sollu asker eşyası satan dükkanlar, "Anonslu kaset doldurulur"lar, yeşil donlar, ne ararsanız. Sarıkafa'yla önden önden yürüyoduk ki arkada kalan annemin sesi geldi, kendi kendine yüksek sesle şu soruyu soruyordu: "Aaa acaba burda kırmızı ruj bulunur mu? Rujumu unutmuşum ben!"

Hala emin değilim, bizle mi eğlendi yoksa kısacık bir an ruj bulabileceğini mi düşündü. Belki de askeri vesayete hakaret etmiştir meh meh meh. Ay kötü kötü espriler öfff.

Gideyim ben, üç saattir süründürüyorum bu yazıyı. Biraz önce çorap çekmecesi elimde kaldı, oturup sağına soluna çivi çakmak zorunda kaldım, bugünden pek hayır gelmeyecek anlaşılan. Bir şarkı koyayım, T-Rex'in çok güzel şarkısı Cosmic Dancer'ı bu sefer Morrissey söylüyor. Hiç dans etmiyoruz, ne fena.



November 6, 2014

Sevgi ve Dostlukla

Nerden anlatmaya başlayacağımı bilemedim, biraz başından başlıyorum, tekrar tekrar yazıyormuşum gibi olacak. Ama sonu bir kartpostala bağlanıyor. (Kartpostalı duyunca kaçmaktan vazgeçtiniz umarım.)

Daha önce de yazdım, bir yerlerden para bulunca geçen Mayıs Urfa'ya gittik, çocuklara arkeoloji atölyesi yapmaya. Üç kişilik ekibimizin bir üyesi eski arkadaşım, meslektaşım ve projenin parasını bulup getiren Maresi'ydi. Diğeri de onun arkadaşı, antropolog, "Alamancı" Nilgün. Uzatmadan geçiyorum, bir akşam şöyle bir konuşma geçti:

Maresi: (Keh keh gülerek) Nilgün'ün amcaları meşhur aslında, belki tanıyorsundur.
Ben: Aaa kim kim?
Nilgün: (Biraz mahçup, tanımayacağıma emin) Metin-Kemal Kahraman kardeşler.

Tabi ki tanımıyordum, Nilgün biraz anlattı, sadece Grup Yorum'a "Hah evet Grup Yorum!" diye kafamı sallayabildim, çok da merak ettim Metin-Kemal ikilisini. Ankara'ya döner dönmez bütün albümlerini aldım, biraz da interneti karıştırdım. Kemal'in 20 sene önce memleketi terkettiğini, Metin'in tek başına konserlere çıktığını okudum filan.

Maresi ve Nilgün'le yazıştığımız bir email silsilesi var, oraya yazdım "AAAOOOOYYY ÇOK GÜZELMİŞ YA MÜZİKLERİ!!!" diye, bir şarkıya özellikle takıldım, buraya da yazdım hatta bir ara.

Geçen Temmuz sonuydu galiba, barbar kocam salondan seslendi, "Minaaa bak bu senin abilerden biri değil mi?" diye. Bir baktım ki Kemal Kahraman televizyonda, Türkiye'ye dönmüş, gazetecilerle konuşuyor. Anında hesaplar yaptım kafamda, Ağustos başında bir gün arayla hem İstanbul'da Nilgün'ün düğünü hem de Dersim'de Munzur Festivali var, festivale biraz zor giderim ama amcalar olarak kesin düğüne gidecekler, allah bilir iki-üç şarkı da söylerlerler filan diye. Festivale gidemediğim gibi düğüne de gidemedim. Maresi gitti ama. Zira Nilgün, Maresi'nin erkek kardeşiyle evlendi. Halaylar çekilmiş.

Boynumu büktüm, eninde sonunda Ankara'ya konser vermeye gelirler diye kendimi avuttum. Bir sabah evden çıkarken posta kutusundan tombul bir zarf aldım, Maresi'den gelmiş. Annemle buluşacaktım, attım çantama zarfı, ailemizin kapkekçisine oturduk, orada açtım. İçinden bu çıktı.


Önce heyecandan, sonra da Maresi'nin tatlılığına ağladım. Düğüne giderken kartpostalı kolunun altına sıkıştırmış, bütün gece uygun bir an kollamış, bir türlü yakalayamamış. En sonunda Metin'le Kemal gelmişler, "Hah Maresi, biz de seni arıyorduk, arkeologmuşsun, merak ettiğimiz şeyler vardı, soracaktık" diye. Maresi'yi de heyecan basmış, uzun uzun sohbet etmişler, bir ara benim kartpostalı itivermiş önlerine. Hatta, sanırım Kemal'in "Eh evet, dili bilmese de müzik hoşuna gider" gibilerinden serzenişini "Aaaa yooo, Mina internetten çevirilerini bulup okuyor şarkı sözlerinin" diyerek bertaraf etmiş. Hakkımı yedirmemiş ahahhahha! Okuyorum ama valla, bayağı mesai harcadım buna. 

Küçük hayatımın önemli şeylerinden biri bu kartpostal ve hikayesi. Küçük hayatımın diğer önemli şeyleriyle organik bağı var; ekşisözlük'te "müzik arkeologları" gibi bir tanım yazmış biri Metin ve Kemal için, ne güzel bir tespit. 

Ve allah herkese bir Maresi versin; şunu yapmaya üşenmeyen, küçük heyecanları önemseyen, hayata "keh keh keh" keyfiyle bakan bir arkadaş. Ulus'tan geyikli masa örtüsü aldım, yollayacağım bu ara, geyikli masa örtüsüz ev olmaz. (Nilgün, olur da okuyorsanız, burayı çevirme kurban olurum.) 

Giderken bir video bırakayım aşağıya. Anca youtube videosu tabi, iki hafta önce Ankara'da konser vermişler, Kızılay'da poster gördüm, kaçırmışım. Nasıl yakalayacağım bilmiyorum.


Çevirisini de kopyalayayım;

Bahar Misafiri

Derdime dermandır.
Başıma dermandır.
Bir gün sana misafir.
Misafir, misafir.

Derdime dermandır.
Derdime dermandır.
Başıma fermandır ama ağırdır.
Sana bir gün misafirim.
Sana bir gün bahar misafiriyim.

Yaz geldi işte.
Yaz geldi işte.
Kara kaşına, gözüne kurbanım.
Elin elimde olsun.
Gel beraber düzgün baba'nın dağına gidelim.

August 6, 2014

Çeşitli İskeletler, Instagram, Biraz Bitki, Bir Kart, Dev Bira

Ayh iki hafta olmuş yazmayalı, çemkirip çemkirip gitmişim, geri dönemedim. Mimler falan var, "Oheyyyy hemen yaparım!" diye atladığım, onlar da kaldı.

2-3 makale çevirdim o arada, sipariş üzerine. Japon ahşap baskı sanatı hakkında. Müzelerin, sergilerin, akımların falan İngilizcelerini doğru yazmak için gugıllıyorum hep, o arada insan bir sürü tuhaf şey öğreniyor.


Ukiyo-e, 17. yüzyılda Tokyo'da yayılan bir janr, böyle fantastik sahneler de var, manzaralar, gündelik hayattan kesitler, erotik durumlar da. Manga ve hentai denilen işlerin Japonya'dan çıkmasının bir sebebi varmış, adamların zaten genlerinde varmış. Koyamayacağım şimdi buraya ahtapotlu mahtapotlu ama dün bir saatimi falan gömdüm "Aboovvv!!" diye diye. Evden çıkmadan nerelere gitmek mümkün.

İskelet miskelet bakınır, bir yandan da çeviri yaparken biraz seyredeyim de sevineyim diye Caravaggio'nun St. Jerome resmini açtım, şu aşağıdaki. Roma'da Galleria Borghese'de asılı duruyor, Caravaggio göreceğimizi biliyordum ama St. Jerome'un da orada olduğunu bilmiyordum. Heyecandan gözlerim doldu, sonra sevgimden ağladım biraz burnumu çeke çeke. Barbar kocam gözlerini patlatıp "NAAPIYOSUN??!!" falan dedi. Sanatseverim ben, istediğim yerde ağlarım.


Hala Caravaggio yazısı yazacağım, neyse böyle aralara sokuşturayım bari. St. Jerome 347-420 arası yaşamış rahip, tarihçi, teolog; İncil'i Latinceye çevirmiş, çok da seyahat etmiş, İstanbul, İskenderiye, Antakya, Roma, Kudüs. Ama benim anladığım kadarıyla hayatı boyunca nereye gitse iki büklüm masa başında çalışmış, aynen Caravaggio'nun hayal ettiği gibi.

Biliyorsunuz azizler sadece kendilerine aziz değiller, bir yandan da şehirlerin, meslek gruplarının falan da koruyucu azizi oluyorlar, "patron saint" meselesi yani. Dün aklıma geldi St. Jerome'un kimlerin koruyucu azizi olduğuna bakmak, meğer arkeologların, çevirmenlerin, kütüphanecilerin ve kütüphanelerin, okul çocuklarının falan yardımına koşarmış. Gözünü sevdiğimin hayatı, ne acayipsin. Boşuna en sevdiğim resim değilmiş bu, meğer St. Jerome'un eziyeti zaten benim de eziyetimmiş. Kendime bir koruyucu aziz bulmuş olmanın sevinciyle çevirileri bitirdim.

Instagram'da da çok vakit harcıyorum, takip ettiklerimin fotoğrafları bitince "keşfet" kısmından tanımadığım insanların ayaklarına, kedilerine, sofralarına falan da bakıyorum. Şu hanım kızımızla karşılaştım, caps aldım.


Çok güzel kız, spor falan da yapıyordur eminim, takdir ediyorum kendine bakan insanları. Ama yani bütün bu memelerin, popoların arasına sıkışmış o "Savaşı durdurun" talebine biraz sinirlerim bozuldu, güldüm. Hanım kızımız kendiyle o kadar meşgul ki savaşı durdurmak zaten başkalarına kalıyor sanırım. Neyse. Maşallah ama. Evet.

Bu arada twitter fenomeni Azuth Efendi'nin de takip ettiği instagram hesabımı takip etmek isterseniz kokobella'yım ben orda. Vallah diyorum takip ediyor, bakın ezikliğimden onun da capsini aldım.


"Oha oha meşhur biri beni takip ediyor!" diye heyecan bastı. Ekran görüntüsü alabildiğimi keşfetmem de hiç iyi olmadı.

Biraz bitki aldık geçen gün, iki dev torba da toprak. Toprakları arabanın bagajından eve çıkarmayı bir türlü hatırlayamadığımız için lök gibi kaldı bitkiler terasta.


Bu etli yapraklı, sevimli şeylerin tanesi 25 kuruştu, Karşıyaka Mezarlığı'nın ordaki seralarda. Balkon falan için güzel bodur çalılar da var, renkli menkli.

Yingemden kart geldi, yingem hep çok güzel kartlar atıyor. Tuhaf olan bu kartı "Kadınlar ortalıkta kahkaha atmasın" meselesinden önce postalamış olması. "Kadınlara gülümsemelerini söylemeyi bırakın" yazıyor üstünde. Biri de adamları hizaya sokmaya kalkışsın, olmuyor herhalde öyle.


Arkadaşımın kızı blog yazmaya başladı, 14 yaşında bir Ada'nın günlük maceralarına şurdan bakabilirsiniz. Gençsel şeyleri kaçıracağım, ne dediklerini anlamayacağım diye çok korkuyorum, o yüzden düzenli okuyorum. Sayesinde spotify kullanmaya başladım, bir de Kim Kardashian oyununun batağına saplandım, bir yere varamıyorum oyunun içinde. Ama spotify güzel, bir sürü müzik var. Oje falan da koyarsa çok sevineceğim, öbür türlü peşine takılmam, çaktırmadan onun aldıklarının aynısını almam falan gerekiyor, yorucu oluyor.

Bir de bayansilvia çok güzel Münih seyahati yazıyor bu aralar, onu okuyorum. Dev biralı fotoğrafına kendi dev biralı fotoğrafımla karşılık verip gidiyorum. Akşama en eski arkadaşlarımdan biri çoluk çocuk bize geliyor, evi toplamam lazım, köpenkleri hizaya sokmam lazım falan, bir sürü iş.


June 12, 2014

Sürprizli Kart

Aşağıdaki kartı posta kutusunda buldum, bir heyecan, bir heyecan!


Aşağı yukarı diyor ki, "Mina, bu beyaz etiketlerin altında saklı bir sürpriz var. (Umarım öyledir.)" Kaldırdım efendim etiketleri teker teker.


Altından bu Poe kağıt bebekleri çıktı!


Meğer elinde bir kitap varmış böyle, edebi şahsiyetlerin kağıt bebekleri. Gidip fotokopi çektirmiş. Aklımı kaçırır gibi oldum sevinçten. Poe'ya ayrı sevindim, hiç tanımadığım birinin uğraşıp bunu yapmasına ayrı sevindim.

Postcrossing profilimde çok bir şey istemiyorum; turist kartı olur, hayvan olur, şarkıcı olur, ne seviyorsanız olur falan yazdım oraya. Ama eğer varsa diye üj-bej isteğim var. Günün birinde elbet Kolombiya'dan ya da Meksika'dan kart atacak biri, belki iyi kalpli biridir de gidip bana bir Marquez kartı alır diye küçük hesaplar yaptım. Stockholm'da yaşayan biri üşenmeyip Nobel Müzesi'ne kadar gidebilir, Almanya'nın küçük ve güzel kasabasında yaşayan biri "Aaa, şurda bir dobermanlı kart vardı, onu yollayayım" diyebilir, biri Roald Dahl'ı benim kadar seviyordur, kimselere yollamaya kıyamadığı o Dahllı kartı bana yollayabilir. Bunlar hep olabilir.

Ki oluyor da, istemeden bilemezdim.

Poe'nun altından da Roma imparatoru Cladius çıktı, Cladius'u da bağrıma bastım. Romalılara genel olarak gıcığım ama olsun.


Pullara da bayıldım, Elvis, James Dean ve kelebek. Ay bir de Poe damgası var. Zaten kartı yollayan, kauçuk damga üreticisiymiş, pullar için de "Elimdeki en güzel pullar bunlardı, bayağı da eskiler aslında, sana yollamak istedim" yazmış.


Cevap yazıp adresini isteyeceğim, içimden bir kutu lokum falan yollamak geliyor.

March 20, 2014

Dandik Mektup, Meyve Çekirdekleri, Bir Kitap ve Çeşitli Hayvanlar

Hiç sevmediğim bir huyum var, ne zaman dışarıyla çok ilgilensem evi unutuyorum. Ben olup bitene üzüldükçe evdeki elmalar çürüyor, kauçuğu toz kaplıyor, çamaşırlar yığılıyor falan. Baharın da ilk günüymüş bahanesiyle biraz kendime gelmeye çalışıyorum.

Koltuk kılıflarını yıkadım. Biraz bir şeyler ektim, yazacağım aşağıya. Ve fakat önce şu Marquez'in veda mektubunu yazmak istiyorum, zira bir Fermina Daza olarak sorumluluk hissediyorum. O mektup 2000 yılından beri dolanıyor ortalıkta, "La Maroineta" diye bir şiir, bez bebek demekmiş. O aralar kanser tedavisi görüyordu Marquez, şiir üstüne kaldı, halbuki Meksikalı biri yazmış. Sabah sabah üzülüp mesaj atan arkadaşlarımı böylece avuttum, Aylin sana ulaşamadım mesela, sana da burdan yazmış olayım.

Cumhuriyet ve Radikal gazeteleri de 14 sene sonra gene ısıtıp verdiler bu mektubu, onları da tebrik ediyorum. Belki de bedavaya stajyer çalıştırıp sömürmek yerine doğru dürüst kültür-sanat gazetecisi çalıştırmak gerekiyordur. (Tamamen bok atıyorum yazının burasında, en ufak bir fikrim yok ne yaptıklarına dair. Ama çok uzak bir ihtimal değildir zannımca.)

Neyse.

Küçük Joe'nun tarifiyle elma ve limon çekirdeği filizlendirmeye giriştim. Her şey yolunda giderse havalar ısınınca dışarı taşıyabileceğim küçük filizlerim olacak. Haydi bakalım.


Yine Küçük Joe tavsiyesiyle manavdan aldığım naneleri suda bekletmiştim, iyi kötü biraz kök salınca onları da ektim. Tek tük yeni tapraklar çıkıyor, çok umutsuz değilim.


4'le beraber okuyup sonra üzerine konuşalım diye Masumiyet Müzesi'ni okumaya başladım. Biraz geriden takip ediyorum 4'ü ama yarıladım kitabı. Hızlı okunuyor gerçekten ama daha ne kadar "evlilik öncesi cinsel birleşme"den bahsedeceğiz yahu? Anladık 1970'ler falan, bazı kızlar "modern", bazıları evlenmek istiyor, daha ne kadar aralara serpiştirilecek bu konu? Bir kere söyleyince anlıyoruz, ayrıca zaten yüzlerce sayfa Füsun'la Kemal'in ve etraflarındaki insanların evlilik öncesi-sonrası hayatları üzerine. Hem bu iki karakterin aşkı biraz kuru geldi bana hem de "kim kiminle evlenmeden kaç kere yatmış da sonra evlenebilmişler mi yoksa adam kaçmış mı?" meselesinden yıldım biraz. Bu şikayetim bir kenarda dursun, dönemin İstanbul'u güzel, müze fikri güzel; 365. sayfadayım, bitsin öyle yazayım bari.

Bir arkadaşım kartpostal kolleksiyonunu hibe etti bana, yıllarca biriktirilmiş arkası yazısız kartlar. Arada benden böyle tuhaf kartlar alırsanız bilin ki bu yıllar sonra özgürlüğüne kavuşmuş kolleksiyondan geliyor, bayağı tuhaf şeyler var içlerinde.


Güvenlik Caddesi'nin aşağı tarafında bir veteriner var, Kedici dergisini de çıkarıyorlar yanlış anlamadıysam. Derginin kapaklarından birinde fotoğrafı olan güzel tekiri veterinerin önünde güneşlenirken yakaladım geçenlerde, paparrazi gibi belgeledim. Zaten hemen arkasındaki reklam panosunda da fotoğrafı var. Hem meşhur hem suratsız tombalak.


Bu arada 6 kilo verdim, ne zormuş yarabbi. Kilo alması ne kolay halbuki, üstelik neşeyle şişmanlıyor insan. Neyse işte böyle, biraz kendime geldim, içine giremediğim iki pantolona girdim falan. Bunlar dışında akşamları Kudi'yle haber ve tartışma programı seyrediyoruz. Fotoğraf diyet öncesinden, şimdi kıçım daha küçük ama yüzümdeki ifade hala aynı. Kudi olmasaydı çoktan depresyonun dipsiz kuyularındaydım ben.


February 24, 2014

Bilumum Şeyler

Çok şükür yağmur yağıyor biraz, zamansız sıcak havalar kafamı karıştırıyor çok. Lakin ben memnun oldukça köpenkler mahvoldu. Bir havai fişekler, bir de gök gürültüsü, akıllarını kaçırıyorlar korkudan. Kudi en yakın masanın altına girdi, Koko tir tir titreyerek saklanacak yer arıyor, nasıl bir panik anlatamam. Koca köpek büzüle büzüle terrier boyutlarına indirdi kendini. Dramlar, dramlar.

İki gün sonra ikinci cemre suya düşecekmiş, o aralar da patates gibi kökü toprak içinde bitkiler için uygun ekim zamanıymış. Patates pek alçakgönüllü bir sebze, saksıda neşeyle büyüyor. Biraz ekerim diye plan yapıp sevindim, aylardır boş saksılara bakmaktan içim daraldı. Facebook'ta "Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği"ni takip ediyorum, onlar haber veriyorlar cemreleri, ekim-dikim tarihlerini falan.

Leylak Dalı ve Bayansilvia'dan kart geldi, ne güzelmiş bu Piri Reis haritalı kartlar, çok beğendim. Şu yelkenlilerden biri dövme olur aslında, bunu biraz düşüneyim.


Radyoeksen'in gün içinde çaldığı şarkılardan yaz konseri tahmin etmeye çalışmak gibi gerizekalı bir huyum var. Bahisleri Metallica ve Pearl Jam'den açıyorum, hadi bakalım. Metallica aşağı sokağa gelse belllllki yerimden kıpırdarım ama Pearl Jam'e kostümlü giderim, koşarak giderim, ağlayarak eşlik ederim şarkılara. Son albümlerinden şu şarkı çok dokunuyor bana.



Eveth. Gideyim de her ihtimale karşı bir eski yeşil tişört, bir kareli gömlek falan ayırayım kenara. Benim kaderimde de 90'lar nostaljisi varmış. Bu arada Quizup diye bir oyun varmış, hiç haber vermiyorsunuz. Herkesler genel kültür, sinema, şehirler falan dallarında neşeyle oynarken gittim U2 kategorisi buldum, Türkiye sıralamasında ilk beşe girdim, gelin kapışak. Profil fotoğrafımda yeşil biberden bıyıklarım var, hemen tanırsınız.

December 9, 2013

Rüya İçinde Rüya

Bugün geldi Postcrossing'le, Edgar Allan Poe. Benim yolladığım kartlar tıkandı kaç haftadır, yılbaşı trafiği herhalde.



Hemen Poe'nun bu şiirini hatırladım, merdivenlerden hoplaya hoplaya çıktım. Orijinal versiyonunu yazacağım, bendeki Türkçesi kütük gibi çünkü, Poe çevirmeye de kalkacak değilim.

"I stand amid the roar
Of a surf-tormented shore,
And I hold within my hand
Grains of the golden sand-
How few! yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While I weep-while I weep!
O God! can I not grasp
Them with a tighter clasp?
O God! can I not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream?"

Aaah ah bu melankoli, bu geçmeyen hüzün, çok beğeniyorum. Pek Poe'lu bu ara postalar, ne güzel. 

November 18, 2013

Gandalf Geldi!

Yeni Zelanda'dan kart geldi, bu ön tarafı, çeşitli çılgın aktiviteler.


Esas hazine arkasında, Hobbit serisinden Gandalf'lı pul! Ne sevindim anlatamam, ikinci film gelse de gitsek. Pullara şurdan bakabilirsiniz, yeni seri de çıkmış.


November 8, 2013

Çok Şükür!

Postcrossing'de kartları kaybolan arkadaşlarım! Umudunuzu yitirmeyiniz!

Zavallı kartım ben postaladıktan 194 gün sonra Ukrayna'ya ulaştı bugün. Bu Ukrayna'da, Rusya'da falan sanırım bozayılara yüklüyorlar postayı, ayıcıklar artık ne zaman bulursa adresi.


October 26, 2013

Bir Kartpostalın Tuhaf Yolculuğu

Dün posta kutusundaki bir demet kartı alıp eve çıktım. Aralarından bu yandaki kart çıktı. Felix'e yazılmış, Helsinki'den Avusturalya'ya postalanmış ama nedense benim Ankara'daki posta kutumda bulmuş kendini!

Bu kartın postaya verildiği gün gene Helsinki'den bir kız bana kart atmış, birbirlerine mi yapıştılar ne oldu bilmiyorum ama çok güldüm. Oturup Felix'e durumu anlatan bir mektup yazdım, kartı da koydum içine, pazartesi postalayacağım.

Kart da Moomin kartı, allahtan meraklısı değilim yoksa ellerim titrerdi yollarken.

October 11, 2013

Geç Kalmış İki Kart ve İştar Kapısı

Ben tezle mezle debelenirken gelen kartlardan ikisini yazayım dedim buraya. İkisi de uzun zamandır kartlaştığım iki postcrossingçi.

Güzel Varşova manzarası hevimetalci üniversite talebesi Michal'dan.


Michal yine taşınmış, yeni adresini vermiş falan. Ben yaz ortalarında bir kart atıp "Oha Türkiye'de neler oluyor, gösteriyor mu Polonya televizyonları?" demiştim, ona da cevap vermiş, her şeyden haberi varmış. Bir de "Bir şeye ihtiyacın olursa, bir derdin olursa haber ver" diye email adresi eklemiş, duygulandım hemen. Kimsem yoksa mektup ve kartpostal arkadaşlarım var şu dünyada ehehhe! Polonya pulları da her zaman çok güzel.


Diğer kart da Susanne'den, hep uzun yazar, güzel yazar. Bu sefer kartın yanına müze broşürleri de eklemiş bir demet, kart da bir sergi kartı zaten.


"Eşyaların ilahi kalbi", Amerika'nın Kolomb öncesi döneminden eserler aslında bir özel kolleksiyonun parçasıymış, aile Köln şehrine bağışlamış, o zamandan beri de bu müzede saklanıyormuş. 1985'ten beri ilk defa da halka açılmış bu sergiyle. Köln'e gitmeye kalksak bile kaçırmışız zaten.

Bu da zarfı:


Sağ üstteki pula dikkatinizi celbetmek istiyorum. Berlin Müzesi'ndeki meşhuuur İştar Kapısı, mavi fayansları, aslanları ve ejderhaları aşağı yukarı 1996'dan beri "görsem de ölsem" listemdeydi. Gördüm çok şükür, biraz maceralı oldu tabi ki ama önünde fotoğrafım bile var.


Berlin Müzesi tadilattan geçiyordu, tabi ki benim Berlin'de olduğum 5 gün süresince de Doğu Eserleri bölümü kapalıydı. Gitmeden email falan atıp ağladım, gittiğimizde de zaten ortalıkta kimse yoktu, yakınına gidebildim kapının.

İştar Kapısı'nın anavatanı  Babil, bugün Irak sınırları içinde kalıyor. Şehrin içine açılan kapılardan biri, MÖ 575 civarında inşa edilmiş. Başka kapılar da var, duvar panelleri falan; dünyanın dört bir yanındaki müzelerde bulmak mümkün, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bile görebilirsiniz bu mavi fayans üzerine yerleştirilmiş aslanları, ejderhaları. Ait olduğu topraklara dönse, o topraklara barış ve huzur da gelse, biz de gidip orda görsek. Temenniler, temenniler.

Neyse. Cevap yazdım bu kartlara, bugün postalarım. 2 ay kadar geriden takip ediyorum kart trafiğini, arayı kapatacağım umarım kısa zamanda.

October 2, 2013

Bir Geyik, Bir Çift Vaşak, Bir de Johnny Cash

Hooyyyt. Kart, pul falan, unuttum zannetmeyin. Bu ikisini yazayım hemen ki eskisi gibi yazmaya devam edebileyim.

Bu kartı Leyla Münih'ten atmış, çok sevindim. Allahaaaaşkına ama, harika bir fotoğraf değil mi? Fotoğrafın tarihi 1909, Münih-Nymphenburg-Hirschgarten yazıyor arkasında ki Nymphenburg Bavyera'da Barok bir saraymış. Hirschgarten da bayağı "geyik bahçesi" manasına geliyor, baktım hala çalışan bir bira bahçesi.


Arkasında da doktora tebriği, İstanbul'da kutlama teklifi ve bu güzel vaşaklı pul var.


Bu aşağıdaki postcrossing'den geldi, kartın önünde arkeolojik bir yer var, çok üşeniyorum onu yazmaya, o yüzden pulları koyuyorum. Pullar daha heyecanlı zaten.



Kelebek de çok güzel ama Johnny Cash!

Şunu dinleyelim madem, ben de işime gücüme geri döneyim. Johnny'den June'una.



July 30, 2013

Adriyatik

Kartpostal arkadaşım Adi'den geldi 2 hafta falan önce galiba, yemin ederim hiç kafa kalmadı bende. Neyse evet, Adriyatik'te deniz feneri. Pulları da çok beğendim, ayılı ve kalpli. Ankara'da sıcak bir yaz gününü yaşıyor olabilirim ama Adriyatik'te deniz feneri hayal etmeme engel değil bu.

"Olanları her gün okuyorum, iyi misiniz ailece?" diye sormuş Adi, iç güveysinden halliceyiz diye cevap yazdım, yollarım bugün. Bu arada geçen ay, Portekiz'den çok acayip bir kart geldi, ağladım okuyunca, sonra yazarım belki. Ya da yazmam bilmiyorum, korktum şimdi Portekizli kardeşimin başına gelebilecekler yüzünden ahahah!

Kolaj yapayım dedim, eni-boyu bir tuhaf olmuş ama baştan başlayamayacağım, ders çalışmaya dönüyorum. Şu anda deniz kenarında olanlarınıza da çok gıcığım, bari dipten kum çıkarın benim için.



July 24, 2013

Kutsal Suyun K'si, Belki de S'si

Annemle babam Midilli'den kart atmış, dün geldi. Agiassos böyle tepeye kurulmuş, güzel bir yermiş. Önemli olan önü değil arkası zaten kartın.



Annem dinler tarihine meraklıdır, romantiktir falan, beni kartpostalla tanıştıran da bizzat annemdir. Kısaca ne yaptığını yazmış, babama yazacak yer bırakmış. Babamın ise dikkatini artık ne dağıttı o anda bilmiyorum ama posta kutusunun önüne çömüp güldüm bir süre. Ay aslında dikkati falan dağınık değil, çocukluğumu şu tür esprilerle harcadı çünkü: "Baba kedi nerde?" "K harfinin orda."

Velhasıl, gittiler gezdiler, kutsal sudan da içmişler. Midilli en güzel adaymış, öyle dediler. Evethh.

April 13, 2013

kartpostallar, panoya asmalık küçük hazineler

güzel kartlar geldi bugün, ilki en süper postcard-pal'im adi'den, pulları o kadar beğendim ki evde gezdirip herkese gösterdim. (thank you so much adi, you're always the best! these stamps are beautiful! so, what you're saying is, they won't let me build a tiny house there in brijuni, am i right? :)


brijuni, hırvatistan'da bi milli parkmış, bi tane de küçük hayvanat bahçesi varmış. yalnız yüzmek yasakmış, adi öyle yazmış. bu aralar gelen kartların hepsinde ortak bi soru var, "bahar nerde?", hala diz boyu kar var diye sızlananlar, yağmur durmadı diye söylenenler, ne olacak hakikaten bu havaların hali?

bunlar da pullar:



bu kart da rusya'dan, ivan shishkin'in "çam ormanında sabah" resmiymiş, hemen başka resimlerine de baktım, çok beğendim.

bu aşağıdaki de ressamın bi portresi, bunu da çok beğendim hemen.


saçaklı'nın organize ettiği ve kendi aramızda panolarımıza asacak bi şeyler yolladığımız etkinliğin ilk zarfları elime ulaştı,onlar da ayrı duygulandırdı beni.

önce hülya'nın zarfı geldi.


hülya blog yazmıyor ama dehşetli bi okuyucuymuş, ben bunu anladım. kendi kendime zarf yollasam herhalde içine bunları koyardım! çok teşekkür ederim, hala şaşkınlık içindeyim, çok beğendim hepsini.

sonra cezayir postası geldi ve süper de hızlı geldi. gene zarf biraz tırtıklanmış sağından solundan ama neyse artık, zorlu bi yolculuk çünkü bu.


koko'lu anahtarlığım var artık! kıyamam ben onu anahtarlık yapmaya, panoma astım, zaten bi tarafa doğru eğilmişti pano, dengeyi sağladı tekrar koko'nun silüeti. sağdaki kartpostal casbah'tan bu arada. o yüzden hemen uygun şarkıyı koyuyorum aşağıya ve gidiyorum.

March 8, 2013

bizim gibi yufka yürekliler / kartpostal daveti

pek kıymetli blogger arkadaşlarım, 

blog komşum çağatay bey'in trafik kazası geçirip yoğun bakımda yattığını yazmıştım, haberlerini aldım bugün, konuşulanları duyuyor ama cevap veremiyormuş. şöyle bi şey düşündük, hemen anlatıyorum.

daha önce KOAH hastası tom amca için yapmıştık, dünyanın bi ucuna kartpostallarımızı yollamıştık, hatırlıyor musunuz? o yazımı tekrar okurken çağatay bey'in yorumunu gördüm, demiş ki : " f.d. hanım, not aldım, datça'ya inince ben de atayım, nolur nolmaz yarın ben de onun durumuna düşerim, sizin gibi yufka yüreklilerden kart beklerim.."

şu an, çağatay bey'in tom amca'ya attığı kartı fazla fazla geri alma zamanı. biz blog yazıcılarının desteğini hissetmesi, moralinin düzelmesi ve bi an önce ayağa kalkıp pek sevdiği datça'daki bahçesine ve dünya güzeli kedisi karakız'a kavuşması için bi kart yazmaz mısınız? 


güzel bi kartpostal olur, geçmiş olsun kartı olur. şiire ve resme meraklıdır kendisi, aynı zamanda pul kolleksiyonculuğu da var. adresi yazıyorum aşağıya, bence biz bunu çok güzel yaparız.

Gökhan Bozkurt
19 Mayıs Üniversitesi Hastane Binası Kuru Pelit Kampüsü
Samsun Merkez,
Samsun