Showing posts with label mim. Show all posts
Showing posts with label mim. Show all posts

July 21, 2020

Kitaplı Mim 11

"Son olarak bir oyun yapalım, kitaplığınızın ilk rafına gidiyor ve sol baştan başlayarak kitapları sayıyor, yaşınıza denk gelen kitabın adını yazıyorsunuz."

Bu denk geldi yaşıma. Bakın mesela Labirent'in bastığı bu "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkçede Polisiye Dizisi" kitaplıkta yan yana ve sıralı bir şekilde duruyor. Okudum mu peki? Hayır. 8 kitaplık bu seriden 2 eksiğim vardı, kitap fuarında delirmiş gibi arayıp insanları dirsekledim mi? Evet. Okuyacağım çünkü. 

Aslında bir TÜBİTAK projesi bu, üç kadının çabası ve çalışması; Seval Şahin, Didem Ardalı Büyükarman, Banu Öztürk. Erken dönem Osmanlı-Türk polisiye eserlerini çalışıyorlarmış, Latin alfabesine geçmeden önce basılmış eserler bunlar hep. 8 tanesini Labirent basmış, başlarında güzel önsözler var. Kitabın basıldığı dönemi özetliyor, o dönemin polisiye yazarlarını ve okurlarını anlatıyor biraz. 

Kitapların dili de çok dozunda günümüz Türkçesine çevrilmiş. Tamam, okumadım ama şöyle bir karıştırdım. Acayip derli toplu bir seri, o yüzden zaten elalemi dirsekledim eksiklerimi almak için. Baskısı tükenince ağlıyorum evde oturup. 

Bu seriye sardırmamın sebebi aslında Amanvermez Avni okumuş olmam. Şu:


Ay çok güzeldi! Buram buram Osmanlı İstanbul'u, maceralar maceralar, üstelik yer yer bayağı kahkaha attım. İkinci cildi de var, Mavi Göz. 

Labirent Yayınevi'ne döneyim, Suphi Varım da basıyorlar. Suphi Varım'ın Simirna Cinayetleri serisinin 3 kitabını ve pek övülen Karanlıkta İki Ceset'ini aldım. Bunlar da 19. yüzyılda İzmir'de geçen polisiyeler. Ay belki de bunlara başlarım, şimdi yazınca heyecanlandım. 

Dün gece rüyamda kuyruklu yıldızı gördüm, uyanınca bilinçaltıma acıdım, yazık avutmaya çalıştı herhalde beni. Geçen haftanın çok fantastik bir rüyasında ise İzmit'te ahşap bir caminin içinde bir yandan yürüyor bir yandan da boğula boğula ağlıyordum. İzmit'e hiç gitmedim. 

Annemlerin kayıp kolisi geldi, şaraplar hem burada hem Urla'da bozuk çıkmaya devam ediyor. Yaptığım araştırmalar beni bir yere götürmedi, İngilizcede bu duruma "corked" dendiğini öğrendim. Dün başparmağımı doğradım ekmek keserken. Bir dişim hafifçe ağrımaya başladı. Kudi'ye boyunluk sipariş ettim, dirseğini yalamasın, ben de ilaç sürebileyim dirseğine diye. Her şeyi aynı gün getiren dükkan, bu sefer getirmedi siparişi, bekliyoruz.

Ne yapsam bilmiyorum. Gideyim bir meşgale bulayım. Bugün hava biraz daha normal sıcak.

July 20, 2020

Kitaplı Mim 10

"Kitaplığınızda henüz okumadığınız kitaplar için ayrı bir raf var mıdır, yoksa karışık mı koyarsınız ya da okunmamış kitapları ayrı bir yerde mi muhafaza edersiniz?"

Ay soruyu okuyunca biraz buhran bastı beni ne yalan söyleyeyim, keşke kitaplar da dahil olmak üzere hayatımda bir düzen olsa.

Okunmamış kitaplar önce bir süre masaların üzerinde dolanıyor, sonra yatak odasındaki kitaplığa gidiyor, üzerinden 5 sene geçip de hala okunmuyorsa koridordaki kitaplıkta buluyorlar kendilerini. Sistem genel hatlarıyla böyle. 

Kuyruklu yıldızı göremedik, bütün gece aradık ama olmadı. Büyük Kepçe'nin alt tarafındaki iki yıldız güç bela seçiliyor, ufuk çizgisine doğru indikçe yıldız mıldız görmek mümkün değil çünkü şehir ışıkları carıl carıl sabaha kadar. Ama bir meteor gördük, bayağı da parlak kaydı gitti, onunla avunduk.

Barbar kocam ekmekleri beğenmedi. Aldığımız şaraplardan bazıları sirke çıktı. Öyle "Ayyy sirke gibi ne kötü şarap!" da değil, yer silersiniz, öyle sirke. Daha şişeyi açmadan anladım zaten, berrak değil, çamur gibi bulanık. Allahtan başka şaraptan sangria yapmıştım, onu içtik.

Bu gökcisimli ve sangrialı ambiyansımız barbar kocamın "ADANA KEBAP YAPACAĞIM BEN!" isyanıyla rezil oldu. Satır filan almış meğer, 3 saat sürdü hazırlıkları. Olmadı komşular, kebap da olmadı, şişlerin üzerinden yavaşça kayarak ateşe düştü kebaplar. Benim en ufak bir fikrim yok nasıl yapılır, kocam da yenilgiyi kabullenirken itiraf etti, iki adet youtube videosunun ilk ikişer dakikalarını izlemiş sadece. 

Yoğun bir kebap dumanının içinde oturmuş olduk bütün gece, iyi oldu, bir nevi tütsü yani bu da. 

Bir süredir kırdığımız cam eşyanın da haddi hesabı yok, kimsenin işleri bir adım ilerlemiyor, Kudi'nin dirseğinde yara açıldı ve durmaksızın yalıyor, evin interneti bozuluyor sık sık. Annemlere de şarap yollamıştık, yarısı ortada yok siparişin. Durduğum yerde an be an şişiyormuşum gibi geliyor. 

Zamanında Zihnibey'den arakladığım şu imajı kullanmanın tam zamanı diye düşündüm:


Sürünerek gidiyorum, gene de öbüyorum.

July 18, 2020

Kitaplı Mim 9

"Kitaplığınızdaki en değer verdiğiniz kitap ya da kitaplar hangileridir?"

Valla birini diğerinden ayırmıyorum pek. Sadece seyahatlerde ve başka çaresiz durumlarda alınıp okunmuş orta karar polisiye/gerilim/macera türü kitapların pek kıymeti yok evimizde. Bir de hayal kırıklığı yaratmış ("bok gibi çıkmış" yazmayayım dedim) kitaplar. Bunları paketleyip Urla'ya yolluyorum. Bu süreci daha önce anlattım, kangren gibi bir süreç. Evet.

Geriye kalan bütün kitapları sevip bağrımıza basıyoruz. Bir takım eski kitaplarım var, mesela Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut'u, okuya okuya paraladığım eski bir Kolera Günlerinde Aşk basımı filan. Herhalde onları biraz daha çok seviyorumdur.

Bir de büyük boy, ciltli, kuşe kağıda basılmış filan dev kitaplarım var. Bunların bazıları İkea standartlarına uymuyor, kitaplığa girmiyor, o yüzden evin çeşitli zeminlerinde yatıyorlar. Şu mesela:


Kendimi ölçek ettim, kendim nispeten uzunca bir bireyim, şahıs olarak, şahsen.  

Bunun da Osman Hamdi Bey'den kalır yanı yok:


Çiçeklerimi de iteledim kareye. Stefanos Yerasimos Bey'in İstanbul kitabını babamdan araklamıştım. Enleri boyları bir yana, yerlerinden de kalkmıyor bu kitaplar. Bana gerçekten şöyle bir İngiliz konttan filan kalma orta halli bir çiftlik evi lazım, kendinden gömme kitaplıklı. Çok lazım, başka türlü olmayacak.

Gideyim mutfağı filan toplayayım, akşamüstü Sevda gelecek. Bir şeyler yeriz (ekmek) ve şarap içeriz diye düşündüm. Midyat'tan şarap ısmarlamıştık, onlar geldi. Sonra da kuyruklu yıldıza bakalım artık lütfen, geldi gidiyor yıldız, hiçbirimiz göremedik. Ceren'den öğrendim, güneş battıktan 2 saat kadar sonra kuzeybatı yönüne bakarsak, Büyük Kepçe'den ufuk yönüne doğru görebilecekmişiz. 

Öbüyorum, gidiyorum.

July 17, 2020

Kitaplı Mim 8

Ay gene günler ben şaşkınlıkla etrafıma bakarken geçip gidiverdi. Hiç bozuntuya vermeden kaldığım yerden devam edeyim.

"Açık düzen kitaplık sevenlerden misiniz, yoksa camekanlı ve kapaklı kitaplıkları mı tercih edersiniz?"

Valla açık düzen seviyorum ama mecbur kaldık camekanlı kitaplık almaya. Açık raflı mutfaklara da çok özeniyorum, böyle biraz çiftlik evi havası olan. İnşaatlar yüzünden mi, konut-iş yeri dengesinin bozulduğu ve trafiğin her gün biraz daha arttığı bu zavallı mahallede oturuyor olmaktan mı bilmiyorum, bu evin tozuyla başa çıkamıyoruz. Siliyoruz, 2-3 saat içinde yine toz tabakasıyla kaplanıyor her şey. Kapaklı eşyalarla yaşamaya mecburuz bir nevi. 

Yaprak bitlerinden kurtulduk ama o arada bir kısım bitki de pert oldu. Akşamsefaları herhalde sessizce ölecek diye bekliyordum, yarısı kurudu zaten, nasıl olduysa bir adet çiçek açmış.


Bir çiçek, hiç çiçekten iyidir diye kendi avuttum. Bu yaz hiçbir şey coşmadı terasta, hepsinin bir ayağı çukurda gibi. 

Manisa'nın bir köyünden ekmek sipariş ettim, kendimi tutamadım ekmeklere bakarken, çok sipariş etmişim. Gelen bütün ekmekleri ikiye kestim, yarım yarım sarıp sarmalayıp Sevda'ya götürdüm dün. Bir süre ekmek yiyeceğiz, bilmiyorum belki Kasım'a kadar filan.

Ekmekler ve bazı haşhaşlı çörekler filan:


Anası Afyonlu barbar kocam haşhaştan nefret ediyormuş, gözlerimi devirdim. Kayınvalidem sağ olsaydı ona götürürdüm, polisiye dizi seyredip yerdik birlikte. Benim kadar düzenli Hawaii Five-O seyreden tanıdığım tek insandı. 

Sevda'dan dönerken çiçekçiye uğrayıp bir demet krizantem, bir demet de adını anında unuttuğum eflatunlu bir çiçek aldım. Aylar sonra ilk defa eve çiçek getirince moralim düzeldi. Çiçekçi abi de normalde olmadığı kadar neşeliydi, eflatunların içine biraz da beyazlarından ekledi, müesseseden.

Hava parçalı bulutlu ve serince bugün, sabah sevinerek kalktım yataktan. Pek verimli bir gün olmuyor ama en azından her şeyden nefret etmiyorum, evi yakasım yok, tam bir gerizekalı olduğum konusunda kendimle tartışmıyorum filan, gene iyi.

Geçenlerde Instagram'da görünce haberim oldu, meğer Barbara Lynn diye biri varmış! Ay o kadar beğendim ki döne döne dinliyorum:


Öbüyorum, şöyle şöyle go-go girl gibi gidiyorum:


July 8, 2020

Kitaplı Mim 7

"İmzalı kitaplara önem verir misiniz? Kitaplığınızda imzalı kitaplar var mıdır, hangi yazarların imzalı kitaplarına sahipsiniz?"

Önem verdiğimi iddia edemem, denk gelince yazarına imzalattığım kitaplarım var. 

Eskiden annemle babam beni kollarının altına sıkıştırıp kültür sanat festivallerine filan giderdi, oralarda imzalattığım çocuk kitaplarım var. Gülten Dayıoğlu'nun Işın Çağı Çocukları var mesela imzalı, çok heyecanlı bir bilimkurgu romanıydı. 

Bir süre tek çocuk olarak yaşadığım ve yaşıtlarımdan ziyade eve gelip giden yetişkinlere yapıştığım için bizimkilerin bazı arkadaşlarını çocukluk arkadaşlarım olarak hatırlıyorum. Güney Amca onlardan biriydi. İnternetlerde şu vesikalığını buldum. Çok güzel yaz tatili fotoğraflarımız filan var aslında ama Urla'da tabii eski fotoğraflar.

Güney Amca tanıştığım ilk bilim insanıdır; sakin, sabırlı, yumuşak sesli, dünya tatlısı biriydi. Bana hiç çocuk muamelesi yapmadı, beni hep son derece ciddiye aldı. 

Frederic Joliot-Curie'nin yaşamını anlattığı Hep Aranızda Olacağım adlı bir kitabı vardır. Onu da tabii ki anama babama değil, bana imzalayıp hediye etmişti. 

"Çocukluk arkadaşlarım"dan imzalı başka kitaplarım da var, anı kitapları, yakın tarih araştırmaları. Urla'da olsaydım, daha iyi cevaplayabilirdim bu soruyu. 

Yakın zamanlarda fuarlarda yakalayıp kitaplarını imzalattığım Şükrü Erbaş aklıma geliyor, Mehmet Eroğlu, gazeteci Fehim Taştekin. 

Canım kızkardeşim Birgül'ün Ev Anası, yanında bir dilim havuçlu kekle birlikte kargo yoluyla gelmişti. Nurşen Abla'nın Mutfağın Hatıra Defteri'ni çantama atıp imza gününe gitmiştim. 

Kalabalığa karışabildiğimiz, insan içine çıkabildiğimiz eski günler. Gerçi karışan gene karışıyor kalabalığa ama buraya kadar (bildiğim kadarıyla) hastalanmadan geldim, böyle devam etmek istiyorum. Terasta ayaklarıma hortum tutarak geçirmeyi planlıyorum yazın geri kalanını, annemlere de aynısını tavsiye ettim. Onların bahçelerinde su kuyusu var, kayısı ağacı var, erik ağacı var. Her halükarda bu beton kütlede yaşayan bizden daha iyi durumdalar. 

Geçen gün sabah kahvelerini alıp bahçenin bir köşesine yerleşmişler, beni aradılar. "Ay burası da yaşanmaz oldu, kafe-bar gürültüsünden yıldık" diye şikayet ederlerken arkadan sadece çipit çipit kuş sesleri geliyordu. Kaşım gözüm seğirdi inşaatlar arasındaki salonumda ama bir şey demedim, zaten gündüzlerden değil gecelerden şikayet ediyorlar. Çünkü diplerindeki eller havaya meyhane vallahi korona morona yasağı dinlememiş açmış dükkanı. 

Neyse, böyle işte. Gidiyorum ben. Öberek.

July 7, 2020

Kitaplı Mim 6 / Ayılar

"Kitaplık düzeniniz neye göredir? Yazar adı mı? Yayınevi mi? Kitaplığa giriş zamanı mı? Rastgele mi?"

Kitaplık düzenimiz yok, tamamen rastgele. Yeni kitaplar evin içinde oradan oraya dolaşıyor, sağda solda birikiyor. Sonra bazen arkadaşlarımız filan gelecek oluyor, panikle ortalığı toplarken boş bulduğum yerlere tıkıyorum kitapları. 

Galiba sadece polisiye serilerinde bir düzen var. Sırayla okuduğum için kitaplığa da sırayla diziyorum. 

Satın alırken böyle dağınık değilim ama. Yayınevi beni daha önce bok gibi çevirilerle, özensiz baskılarla, imla hatalarıyla, eksik sayfalarla canımdan bezdirmiş mi diye bakıyorum. Çevirmen kim diye bakıyorum, daha önce çevirdiği kitaplara bakıyorum.

Bu son zamanlarda sık karşılaştığım çeviri felaketleri genelde İngilizceden çevrilmiş kitaplar. Bunu da aklımda tutuyorum kitap alırken. Ve yani büyük yayınevi-küçük yayınevi fark etmiyor, kötü çeviri mutlaka bir yolunu bulup kendini yayınlatıyor.

Ay sizi Alaska'daki Katmai Milli Parkı girdabına çekmek istiyorum gitmeden:


Bu koyduğum kanal, sanırım 7/24 canlı yayın yapıyor. Burası ayıların gelip balık yakaladığı bir köşesi parkın. Eğer önümüzdeki aylarda bütün ayı bireylerin isimlerini öğrenebilirsek, her sene geleneksel olarak düzenlenen "Kim kış uykusuna en şişman yatacak" yarışmasına katılabiliriz.

Barbar kocam, desteklediği ayı Holly ile beraber şampiyonluğu tattı geçen sene. Katmai National Park & Preserve diye facebook hesapları da var, orası da çok canlı bir yer.

Trump bu bölgeye bakır ve altın madeni açmayı düşünüyormuş, tabii ki düşünüyordur çünkü global olarak dev bir gerzekliğin içinde yaşıyoruz.

Gerzeklik demişken, şunları da bırakayım buraya:




Memleketin kapısına "Üçüncü Dünya Ülkesidir" diye tabela bile çaksak bu kadar açıklayıcı olmazdı. 

July 6, 2020

Kitaplı Mim 5

Hellöğ! Nasıl geçti hafta sonunuz? Baygınlık geçirdiniz mi? Ben biraz geçirdim, bunlar benim başa çıkamadığım hava sıcaklıkları. 

"Kitaplığınızdan bir başkasının isteyip geri getirmediği kitap ya da kitaplar var mı? Hatırlıyorsanız hangileri?"

Kesin var ama hatırlamıyorum. Öyle üzülerek aradığım bir kitap da olmadığına göre önemli değilmiş demek ki geri gelmemesi. Zaten bence ben bu soruda bahsi geçen "bir başkası"yım, ahhahhah! Ama kendimi savunacak olursam, bakınız evden gidip geri gelmeyen kitaplara da aynen üstüne çöküp geri vermediğim kitaplar gibi liberal bir perspektiften bakıyorum. 

Ay kaç gündür şuraya koyacağım, unutuyorum. Geçenlerde internetlerdeki en güzel fotoğrafı gördüm:


Bence internetlerdeki en güzel fotoğraf bu. 

Öbüyorum. Gidiyorum.

July 3, 2020

Kitaplı Mim 4

"Kitaplığınızda bir başkasından alıp iade etmediğiniz kitap ya da kitaplar var mı? İsimleri neler?"

Birkaç kategori halinde var, evet. 

1. Sevda'dan alıp 5 senedir okumadan üstüne yattığım kitaplar var, Jeffrey Eugenides - Middlesex mesela bir tanesi. Yolda vardı galiba, Kerouac. Sevda bazen gelip geri alıyor bunları, başkasına ödünç veriyor, sonra gene getiriyor ya da ben alıp kitaplığımdaki yerine koyuyorum tekrardan. Benim açımdan durağan, kitaplar açısından hareketli bir varoluş. 

2. Yıllardır Sarıkafa diye bahsettiğim, artık adını yazmak için çok geç olduğunu düşündüğüm sarıkafalı arkadaşım bir ara Ankara'da annemlerle ev arkadaşı olmuştu. Ankara'dan taşınırken annemlerde unuttuğu kitapları gasp ettim. Cesur Yeni Dünya var içlerinde, Hasan Ali Toptaş var sanırım bir tane, Ahmet Abakay - Hoşana'nın Son Sözü var. 

3. Blog komşum Küçük Joe'ya kahvaltıya gittiğimiz bir gün evden ayrılırken kitap ödünç almıştım. Kitap imzalıymış, görmüş olsaydım onu değil, başka bir kitabı ödünç alırdım. Kargoyla geri de yollayamadım, başına bir iş gelir mi yollarda diye endişe yaşadık filan derken herhalde 6 sene oldu. Hakan Günday - Az. Güvenli bir yere kaldırdım, İstanbul'a gidebilirsem teslim edeceğim. Ya da belki bu konuyu tekrar ele alırız Küçük Joe ile. 

4. Bir eski erkek arkadaşımdan alıp geri vermediğim Lawrence Block polisiyeleri var az miktarda, birkaç tane de Leo Malet. Zaten aldatmıştı beni gerzek, kitapların yanı sıra masaüstü hoparlörünün de hâlâ bende olduğunu söylesem herhalde ayıplamazsınız beni. 

5. En iddialısını sona sakladım. İsmini vermeyeceğim bir bireyin, ismini vermeyeceğim bir okulun kütüphanesinden 1972'de "ödünç alıp" "geri vermeyi unuttuğu" şu kitap:


Bahsi geçen birey, 45 sene sonra vicdan azabına dayanamayarak bana verdi kitabı "Lütfen git ver bunu kütüphaneye, daha fazla bu yükle yaşayamam" diye. Son 3 senedir de ben evde barındırıyorum kitabı çünkü insan nasıl gider ve "Ay merhaba, böyleyken böyle, 48 sene sonra geri getirdik kitabı" der henüz bilmiyorum. Bir gün bilebilirsem götüreceğim.

Zaten size bir şey söyleyeyim, bana kalırsa bu birey aslında vicdan azabı filan çekmiyor, benim elimde bu kitapla kütüphaneye gittiğim ve kütüphaneciye dert anlattığım sahneleri kafasında canlandırıp mehehh ehhehe diye eğleniyor kendi kendine. Tam olarak böyle biri çünkü.

El koyduğum ve el koyduğumu unuttuğum başka kitaplar da vardır kesin. Biraz önce yanımdan Kudi geçerken bu konuda liberal bir insan olduğumu fark ettim; Kudi'yi de "Hafta sonu bizde kalsın" diye annemlerden alıp bir daha geri vermedim. Altı sene oluyor.

Hava çok sıcak bugün. Yapılacak bir sürü iş var, saat 14:15, gidiyorum ben. Öberek gidiyorum. 

July 2, 2020

Kitaplı Mim 3

"Kitaplığınıza ilave ettiğiniz en son kitap hangisi, fotoğrafını da koyabilirsiniz."

Mayıs ortalarında yeniden ufak tefek online alışveriş yapmaya başladım. Yüzüme sürdüğüm nemlendirici bitmişti, yenisini sipariş ettim. Bir miktar da kitap aldım. Aslında evdekilerle bir süre daha idare ederdim ama barbar kocam aniden "BANA ALBERT CAMUS NE YAZDIYSA AL!" dedi. (Egzistansiyalist Bok. Macera:2)

Roman moman bir şey okuyordu, o kadar kötü, o kadar kötüymüş ki bunlara zaman harcayacağına bundan sonra hep Camus okurmuş. En harika insamış çünkü Camus. Offf allahım geçen akşamüstü arabalardan bahsediyorduk, çok pahalı klasik arabalar, "Belki de Kolera Günlerinde Aşk'taki gibi 70+ yaşımda kavuşurum bu arabaya" dedi. "Ay sen gerçekten okumuşsun Kolera Günlerinde Aşk'ı?!" deyiverdim boş bulunup. 

Küstü. Madem buralara kadar geldim, neden iyice sıvamıyorum diye düşünerek bir de "Yok yani kendi kendine mi okudun, yoksa bir kız arkadaşın filan mı vermişti okuman için?" diye sordum. İyice küstü, bazen benden nefret ediyormuş. Ahhahhaha ay hâlâ hatırladıkça gülüyorum! 

Aslında Urla'da bütün ev Camus ama adamın kırk yılda bir edebi coşası geldi, neden mani olayım, kükremiş seline bend olmayayım diyerek aldım. Sonra hazır alıyorken bari takip listemdekileri de alayım dedim. Camusleri başucuna dizdim bir kule şeklinde, şunlar da benimkiler:


41 yaşında nihayet Sait Faik okuyacağım, valla çok ayıp ama neyse, hiç okumamış olmak daha ayıptır herhalde diyerek sıyrılıveriyorum bu konunun içinden. 

Bunları süründürmeden bu yaz okusam ne güzel olur. Duman Olan Adam'ı okudum içlerinden sadece. Montaigne'nin Yol Günlüğü'nü de gazla aldım, okuyacağımdan pek emin değilim şu anda. Neyse, daha iki ay yaz, birkaç ay da sonbahar var. Kış gelip de ruhum göçene kadar her şey olabilir, zaten benim mevsimsel buhranlarımın da bir önemi kalmadı pandemi hayatımıza girince. 

Gideyim cacık filan yapayım. Nasıl geçti perşembeniz, iyi misiniz? Öbtüm çok. 

July 1, 2020

Kitaplı Mim 2 / Yarı-vahşi Yaşam

"Kitaplığınızdaki en eski kitap hangisi, fotoğrafını da koyabilirsiniz?"

Kitap değil, ansiklopedi fasikülü:


Ve elle tutulur hiçbir sebebi yok bunların bizim evde bulunmasının. Kimse Fransızca bilmiyor, kimse ansiklopedi biriktirmiyor. 

Barbar kocam bir akşam kolunun altına sıkıştırıp getirdi, "Ay bunları aldım, neden bilmiyorum" diye. Sarıp sarmalayıp kaldırdım, bu manasız alışveriş hiç yapılmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz. 

Terasta bir yaprak biti salgını başladı, fark etmemle yayılması bir oldu. Birkaç gün gamlı baykuş gibi oturduktan sonra internetlerden bir ev yapımı anti-yaprak biti tarif bulup yaptık. Dün akşamüstü tatbik ettim bitkilere. Rüzgâr vardı, yarısı bitkilere, yarısı kaşıma gözüme tatbik olmuş oldu. 

O arada şu ikisini gördüm patates yaprakları arasında:


Bir yandan bitler kıtır kıtır bitki göçertirken bir yandan da hayat devam ediyor, bizim içimiz öldü ama en azından uğurböcekleri kendi çaplarında parti yapıyor patateslerin arasında. Aferin uğurböcekleri, valla takdir ediyorum. 

Güvercinleri de hiçbir şey durduramıyor, yıllardır birlikte yaşadığımız için flört danslarını ezberledik. HURULULULLU GRILILILLILI HURURUURUURU, gerdanınızı öne, arkaya ve iki yana kırmanız gerekiyor; aynı anda tüylerinizi kabartıp hedefinize doğru birkaç adım atabilirsiniz. Kanatları açmak karşı tarafta beklenen etkiyi her zaman yaratmıyor, "A-aa gerizekalı?" diye uçup gidiveriyor bazen karşı taraf.

Annemlerin kargoyu hâlâ yollamadım, onlar da taktik değiştirdi bugün. İnternetleri kesilmiş ve kesinlikle ödenmemiş fatura filan olamazmış, hepsini ödemişler. Ödemedikleri Mart ayı faturasını bulup ödedim, açıldı internetleri. Hemen akabinde de son okuması yapılacak bianet yazısı yolladı babam. 

Kars Belediyesi Kooperatifi'nin peynirlerini satan Bizim Değirmen dükkanından biraz peynir sipariş ettim. Peynir, bir paket Zapatista kahvesi, az miktar Hakkari mamülü kuru fasulyeden mürekkep siparişim sanırım bugün gelecek. Deneyip yazarım bilahare, heyecanla bekliyorum bakalım. 

Dolaptan bir şeftali alayım, yazıyı okuyayım; asılacak çamaşırlar ve ütülenecek çamaşırlar var, bunlar hep var, nasıl oluyor bilmiyorum. Öbüyorum.

June 30, 2020

Kitaplı Mim 1

Leylak Dalı han'fendiciğim kitaplı mim arz etti geçen gün, icabet edeceğimi ifade etmiştim. İcabet ediyorum şimdi. Zaten başka ne yazacağımı bilemiyorum. Bir yandan da kitap ve kitaplık temalı mim ne iyi fikir, aylardır evin içinde dolanıp duruyorum, en çok ellediğim iki şeyden biri kitaplık. Diğeri buzdolabı.

11 madde var şalanjda, teker teker yaparsam ne güzel yaymış olurum, belki buralar canlanır biraz diyerek ilk maddeye geçiveriyorum, "Kitaplığınızın temelleri ne zaman atıldı, ilk kitaplığınız devam mı yoksa yıllar içerisinde yeni kitaplıklar mı oluşturdunuz?"

Kitaplık evin en dar yerinde kurulu vaziyette, karşısına geçip şöyle geniş geniş fotoğrafını çekemiyorum. Sırtımı karşısındaki duvara yaslasam bile anca şu oluyor:


Çünkü iki duvar arası bir metre filan. Evin girişindeki koridor burası. 

Sizler için sağa ve sola giderek denemeye devam ettim:



Kitaplığın yapışık olduğu duvar, eskiden duvar değildi, terasa açılan bir kapı ve bir miktar pencereydi. Barbar kocam "BİZE DUVAR LAZIM. NEREYE KİTAPLIK DAYAYACAĞIZ?!" diye havale geçirip dört sene önceki tadilat sırasında kapıyı ve pencereyi yok edip duvar ördürdü. Sonra da İkea'dan bu kitaplığı alıp yeni duvarımıza yapıştırdık.

Biri kitaplığın camlarını silse ne hoş olur. Kim o biri bilmiyorum. Çoğu toz ama bir kısmı da köpenk tükmüğü. Çünkü burası eve gelenleri karşıladıkları koridor. İki ayı köpek arka ayakları üzerine kalkıp sevinç nidaları içinde tepişiyor bu daracık alanda. 

Bu kitaplığı aslında o kadar sık kullanmıyoruz, içindekilerin çoğu okunmuş kitaplar. Okunmayı bekleyen kitaplar yatak odasındaki ufak bir kitaplıkta ve evin çeşitli yerlerinde kuleler halinde birikiyor. Zaten o kadar da çok kitap birikmiyor evde, annemlere yolluyorum okuduklarımızın çoğunu. Bir de son yıllarda e-kitap da okumaya başladım ben.

Neyse yani, bu haliyle bu kitaplığın temelleri dört sene önce atıldı. Ben 21 yaşımda evden ayrılıp Ankara'ya gelene kadar annemle babamın kitaplıklarını kullandım, odamda da ufak bir kitaplık vardı. 

Ankara'ya geldikten sonra 10 sene içinde 6 ev değiştirdim, güzel kitaplık kuracak fırsat olmadı. Hayat böyle iki şehir arasında bölününce kitaplarımın bir kısmı İzmir'de kaldı, Ankara'ya "Yüksek lisans yapacağım ben!" gibi çapı dar bir vizyonla ve tek bir bavulla gelmiştim. 19 sene oldu, geri dönemediğim gibi buradan başka bir yere de gitmedim. 

Evet işte, evin karanlıklar vadisi olarak tarif ettiğimiz yerinde bu kitaplık var. Bir de Urla'da anamların evde bir kitaplığım var. Buradan yolladığım, sahafa vermemelerini tembihlediğim, ne yapacaklarını bilemedikleri kitapları o kitaplığa diziyorlar. Önünden geçerken de kesin gözlerini deviriyorlar. Annemin bana yıllaaaar önce "Egzistansiyalist bok!" diye bağırmışlığı var bir kavga esnasında, ne üzerine demişti hatırlamıyorum. Gizlice gidip egzistansiyalist ne demek diye bakmak zorunda kalmıştım, ergenlik çok zor bir şey. Entellik de zor.

Gideyim biraz daha kahve yapayım. Gene annemlere kitap kargosu yollayacağım, her gün aynı saatte arayıp "Yolladın mı?" diye soruyorlar, menfi cevap alınca da "Olsun zaten acelesi yok" deyip kapatıyorlar. Yollayayım artık bugün ki başka şeyler bulup taciz edebilsinler beni, bunlar hep zihin cimnastiği oluyor anama ve babama.

Öberek gittim.

March 31, 2020

Ev Rakınrolu 7 / Patience

Ay ben şu saate kadar hiçbir şey yapmadım, o yüzden iki satır yazıp gideceğim.

Yani annemi aradım, Sevda'yla konuştuk filan. Yulaf pişirip yedim, midem hiç memnun olmadı sütlü yulaflı o bulamaçtan. Bunlar dışında bir şey yapmadım, saatlerdir bu masada oturuyorum. Kalkmak istiyorum.

Kartpostal etkinliğini düşündüm. Normal hayatta kart attığım arkadaşlarıma zaten hazırlayayım. Eğer yeni tanışmışsak, daha önce kartlaşmadıysak filan, şu yan tarafta "ben hep burdayım" kutusu var, oraya bir mesaj bırakabilirsiniz. Ya da bu yazıya yorum bırakabilirsiniz, yayınlamam email adreslerinizi, not alırım bir kenara.

Yani oturup bir "email vasıtasıyla kartpostal yollayacaklarım" listesi hazırlayacağım. Resim mi yaparım, köpenk fotoğrafı mı çekerim, artık zamanla göreceğiz. Bir yandan da bunu düşüneyim.

Hava daha güzel bugün, bacaklarım daha az ağrıyor. Güvercinlere biraz bulgur verdim. Yine evi süpürmem lazım, ağzımız burnumuz köpek tüyü.

Müzikli şalanjda bugün tüm sözlerini ezbere bildiğim bir şarkı paylaşmam gerekiyor. Çok şarkı var tüm sözlerini ezbere bildiğim, mecbur kalsam "lipsync for my life" yapabileceğim. Ama hemen hemen hepsi müziği internetlerden dinlemediğimiz zamanların şarkıları. Çünkü bir kaset, bir cd filan alınca haftalarca dinliyorduk döndüre döndüre; içlerinden güzel kartonet çıkardı, şarkı sözleri de yazardı bazen.

Barbar kocama sordum, oybirliğiyle şu aşağıdakine karar verdik.

Kaç senedir evliydik, arabayla bir yerlere giderken radyoda çalmaya başladı. Zaten bunalmıştım oturmaktan, baştan sona icra etmiştim bu şarkıyı. Kafamı çevirince kocamı şok içinde bana bakarken bulmuştum. Gerizekâlı çünkü, kızlar rock sevmez, seviyorum diyorlarsa bile uyduruyorlardır sanıyor. Bahsi geçen grup da Guns N' Roses yani, öyle üç kişinin bildiği underground bir grup da değil.

Geçenlerde bana "Nine Inch Nails seviyor musun sen?" diye sordu. 1997'de odamda o senenin Nine Inch Nails duvar takvimi asılıydı diye anlatmaya üşendim, "Hayır" dedim. 1998 senesinin baharında elimde Mechanical Animals cd'siyle kuaföre gidip saçlarımı Marilyn Manson gibi kestirmeye çalıştığımı da anlatmadım mesela. Ay neyse, bütün bunlardan bilahare şikayet ederim.



Baştan sona ezbere söyledim, araya Axl Rose dansı da serpiştirdim, gidiyorum.

March 30, 2020

Ev Sakatlığı 6 / Lilac Wine

Önce müzikli şalanjın sorusunu cevaplayayım; içinde yemek adı geçen bir şarkı.



Tamam yemek değil ama gıda da mı değil? Zaten aslında Nina Simone şarkısı ama dün aklıma düştü Jeff Buckley. Neyse yani, cevabımın kabul edilmesini istirham edeceğim, leylak şarabı da yemekten sayılsın bugün. Bugün her şey çok zor geliyor.

Spor yapayım dedim, kuadriseps tabir edilen bu üst bacağın ön tarafındaki büyük kaslar izin vermedi. Günlerdir ağrıyor bunlar, et kesilmesidir diye ciddiye almamıştım. O da benim gerzekliğim, başka hiçbir yerimde et kesilmesi filan kalmadı, neden bacaklarımda devam etsin di mi? Çökemiyorum, hafifçe çöker gibi bile yapamıyorum, bayağı ağrı var. Ay lanet olsun her şeye diye isyan ederek üst vücut ve bir miktar da karın çalıştım. Mata takılıp tökezledim defalarca, ayaklarımı yerden kaldırmıyorum sanırım yürürken. Böyle bir gün oluyor bugün.

Koşarak aşağı sokaktaki bankamatiğe gittim, para yatırıp geri geldim. Sokağa çıkmak değil, eve girmeden, eve girerken ve eve girince yapılması gerekenler benim biraz sinirlerimi bozuyor.

Sonra saatler geçti gitti. Migros sanalmarkette teslimat imkanı beliriverdi, 5 defa denedim, farklı teslimat saatleri denedim, olmadı. Veremedim siparişi, anasayfaya dönüveriyor. Yumurta, yoğurt ve bir miktar sebze almaya çalışıyorum. Pes ettim, mahallemizin bakkallarından alırız. Bir tanesinin küçük bir manav reyonu da var. Artık o reyonda ne varsa onu yeriz, çok mu önemli, valla değil. Hiç önemli değil.

Sadece C., ki eski ve kıymetli blog komşularımdandır, bir kartpostal önerisi yazmış. Bir kartpostal mimi. Ben bugün düşüneceğim nasıl yapabilirim diye. Yarın bir planla geri gelirim.

Hem ben dalgınım ve yanlış yazıyorum hem de bu dünyanın en ucuz kütük klavyesinin tuşları basmıyor. Ben basıyorum ama kütük gibi olduğu için tuşlar, olmuyor. Farkettiğimi düzeltiyorum, eminim sağda sola eksik harfler kalıyordur.

Hayat normale dönünce yapacağım şeyler 1: Güzel bir klavye alacağım.

Kalabalık bir ev partisinden sessizce kaçar gibi kaçıyorum bugün buradan, kapıyı da usulca çekiyorum arkamdan. Ve kesin kaçtığım evde cüzdanımı filan unutuyorum. Geri de dönemiyorum, kapıyı çalamıyorum çünkü vampir gibi kaçmışım. Hoşçakal cüzdan.

February 28, 2019

Mim Yaptım

Ay iki hafta geçmiş buralara son uğrayışımın üzerinden, bu sefer tamamen üşengeçlikten değil, yapmam gereken işler de vardı. Bazıları evden çıkmamı, çift vesait şehir içi seyahat etmemi icap ettiriyordu üstelik. Aynı anda iki iş yapabilen biri olmadığım için, yapılması gerekenler dışında kalan her şeyi bir kenara ittim iki haftadır.

İndirimden kiremit rengi bir kadife pantolon aldım, aşağı yukarı on sene sonra ilk defa, onun içinde yaşıyorum aldığımdan beri. Ne güzel şeymiş kadife pantolon, ne nazik bir kumaş. Sinemaya gittim, kitap okudum filan; Zihnin Arka Sokakları bey'fendi mim yapmış, onu yapacağım şimdi. Filmi, kitabı orada da anlatırım.

Bilgisayarının masaüstü görüntüsü nedir?


Google'da aradığın en son şey ne?

Kitap aradım, Roberto Bolaño'nun kitapları. Hiç okumadım, Sevda "Her yerde görüyorum, merak ettim" deyince baktım ben de.

Mesajlaştığın ya da konuştuğun son insan kim?

Sevda. Çünkü Roberto Bolaño. Biraz önce email yazdım, cevap yazdı. Bugün neden bilmiyorum email ile haberleşiyoruz, sabah da babama cevaben bir email yazdım. Öldü mü email alışkanlığı? Ben yazıyorum hâlâ eşe dosta, bana da yazan var çok şükür.

Tiyatroya en son ne zaman gittin?

Beş sene filan önce kısmen zorla, kısmen de Ada gitmek istediği için götürülmüştüm. "ÇOCUK TİYATROYA GİTMEK İSTİYOR! AMAN ŞEVKİ KIRILMASIN!" Amatör bir tiyatro grubuydu, oracıkta öleyazdım. Valla aklıma gelen en uygun fiil bu, öleyazmak.

Sinemaya en son ne zaman gittin?

Pazartesi gittim, The Favourite. Beğendim filmi, oyuncular da iyiydi. Tebrik ederim Olivia Colman'ın oskar ödülünü, gerçi bilmiyorum başka kim adaydı, neler oldu filan ama Colman'a çeşitli dizilerden aşinayım, filmde bambaşka biriydi.

Hangi dizileri herkes izlemeli?

Breaking Bad, Six Feet Under, Northern Exposure geldi aklıma.

En son ne tür müzik dinledin?

Sabah gene caz listesi açtım, hâlâ çalıyor. Şu anda Coltrane çalıyor. Dün de gene bu listeyi dinlemiştim.

Seni en çok ne çıldırtır?

Beni her şey çıldırtıyor. İmoğşınıliğ ansıteybıl biriyim.

Ne zaman uyanırsın?

Valla çoğu şeye çok geç uyanıyorum, iş işten geçmiş oluyor.
Sabahları ise 08:30. Gece uyuyamadıysam daha geç, köpenklerin kudurası geldiyse daha erken kalkıyorum.

İnternetteki ilk adın neydi?

Ya herhalde öyle olduğu gibi kendi adımdı çünkü tam olarak öyle biriyim. Sonra biraz gizem filan olması gerektiğini anlayınca da Fermina Daza'yı kullanmaya başladım.

Favori emojin nedir?

Göz deviren.

Kedi mi köpek mi?

Kısmet.
Valla ne bileyim, kedilerle büyüdüm, sonra Koko girdi hayatıma. Sonra Kudi. Yani yıllar içinde geniş ailemle yaşayan kedi-köpek nüfusu o kadar arttı ki bilmiyorum kedi ya da köpek benim için fark eder mi.
Hayatın doğal sürecinin bir sonucu olarak iki adet de kedimiz var artık, eve getirmeye cesaret edemedik, barbar kocamın ofisine yerleştirdik. Barbar kocamın ofisi, benim eski evim zaten. Eski odamı depo yaptı, halbuki o evin en güzel odasıdır.
Yavrularımızdan biri şu:


Düşündüm, sorsalar "Sana hayvan takdim edeceğiz, kedi mi köpek mi istiyorsun?" diye, köpek isterdim.

Kuzey mi, güney mi?

Ay güney. Sıcak olur en azından.

Kafanda genel olarak ne olur?

Köpenkler, akşam yemeği, "Bir şey unuttum ama ne unuttum?", havanın soğukluğu, 35 yıl önce olmuş son derece önemsiz bir hadise, 10 sene önceki bir tartışmada verebilseydim ne güzel olurdu bir cevap, köpenkler.

Komedi mi dram mı?

Komedi seyretmek istiyorum, bir türlü aradığımı bulamıyorum bu aralar. Geçenlerde Flight of the Conchords'un bir Londra gösterisini seyrettim, zaten severdim, gene güldüm.

Yıl içindeki en favori günün hangisi?

İşsiz güçsüz, sonsuz yavaşlıktaki sıcak yaz günleri.

Ankara ile ilgili en sevdiğin şey?

İyi arkadaşlar edindim burada. Bir de gün batımı-gün doğumu güzel. Yoksa genel olarak hislerim Ahmed Haşim'in 1919'da arkadaşına yazdığı mektupta anlattıklarına benziyor:
"Bilmem Ankara'dan sana evvelki mektuplarımda bahsetmiş miydim? Tahayyül edilecek bir cehennem için bu şehirden daha muvafık (uygun) bir numune bilmiyorum. Yalçın kayalar üstüne dağılmış bu fare rengindeki harabe içinde ruhun ve asabın bütün işkencelerini tatmıştım..."
Ay okuduğumdan beri gülüyorum, sinirlerim bozuldu. Ahmed Haşim'i o kadar iyi anlıyorum ki! Keşke ahbap olsaydık ve kolunu tutup avutabilseydim.

Son olarak bir sırrını paylaş.

Yemin ederim aklıma hiçbir şey gelmiyor. Bana nükleer füze kodlarını verseler, onları da buraya yazardım. Sarıkafa hep çok ketum olduğumu söyler, ketumluk değil o bence, unutuyorum başkalarının bana emanet ettiği sırlarını.


Kıymetli komşuma önümüze mim attığı için teşekkür ediyorum, oturup yazmak için bahane oldu. Gideyim kendime bir meşgale bulayım, zaten saat olmuş 16:20.

December 11, 2018

Zihnibey'in Müzikli Mimi

Ay neden bilmiyorum ama bu aralar Tarkan dinleyesim geliyor en az haftada bir-iki kere. Hiç durdurmuyorum kendimi, açıp dinliyorum. Yeni yıl neşesi bende böyle mi tezahür ediyor acaba?

Bir yandan Tarkan dinlerken bir yandan da komşum Zihnibey'in müzikli mimini yapacağım bugün. Hava bok gibi, yapacak acil başka işim yok, kahve yaptım, köpenkler benden bıkıp kendi kendilerine eğlenmeye başladı; bence hazırım.

1. Turne sırasında sahne arkasındaki ekipten kimin yerinde olmak isterdiniz?

Grubu takip eden gazeteci olmak isterdim, filmi de var hatta Almost Famous diye. Müzik kadar müzisyenlerin hikâyeleri de ilgimi çekiyor, pek hoş bir iş olurdu bu.

2. Bir müzik türü olsaydınız hangisi olurdunuz?

Temelde şu:



Ve allah biliyor bir de şu:



3. Unutamadığınız bir konser deneyiminizi paylaşın.

2012 Efes One Love Festivali'ndeki Pulp konseri. Her şeyin sonu ve her şeyin başıydı, harikaydı ve aslında çok acıklıydı.

4. Bir müzik grubu kuracak olsanız kadroda olmasını isteyeceğiniz sanatçılar kimler? Grubun müzik tarzı hangi türleri kapsar? Ve sizin rolünüz ne olurdu?

Ay gerçekten tam da Zihnibey'i temsil eden titizlikte bir soru bu! En ufak bir fikrim yok ve büyük ihtimalle müzik grubu kurmaya çok üşenirdim. Şu anda düşüncesiyle üşenmeye başladım aman yarabbi.

Ne sesim var, ne müzik kulağım. Menajer filan olayım desem, daha başlamadan biter o grup zira iyi müzikten anladığımı da sanmıyorum, laf geçirebilen biri de değilim.

Hayal kuracak olsam, 90'larda Britpop furyası içinde bir grup olsun isterdim mesela, alabildiğine üzüntülü ve şiirli. Şarkı söyleyebilmeyi de çok isterdim.



5. Müzik tarihinde yazılmış en sarsıcı dizelerden birkaç tanesini paylaşır mısın?

Vücuduma kazıtmak istediğim onlarca dize var, ben bu soruyu hakkını vererek cevaplayabileceğimi sanmıyorum. İlk aklıma gelenleri yazayım.

"In pitch dark
I go walking in your landscape
Broken branches trip me as I speak
Just 'cause you feel it, doesn't mean it's there"
(Radiohead - There There)

"And if my thought-dreams could be seen
They'd probably put my head in a guillotine
But it's alright Ma, it's life, and life only"
(Bob Dylan - It's Alright Ma (I'm Only Bleeding)

"I can remember
Standing by the wall
And the guns shot above our heads
And we kissed, as though nothing could fall
And the shame was on the other side
Oh we can beat them, for ever and ever
Then we could be heroes, just for one day"
(David Bowie - Heroes)

Türkçe dizelerden içimi oyup ciğerimi söndürenlerin çoğu şiir aslında. Ahmed Arif'le Fikret Kızılok gibi:

"Yastığımda, düşümde, içimdesin
Bir hain bıçak gibi kalbimdesin
Dermanı yoktur bilirim

Tütünsüz, uykusuz kaldım
Terk etmedi sevdan beni"

Gene aynı ikiliden:

"Vurulmuşum dağların kuytuluk bir boğazında
Vurulmuşum, düşüm gecelerden de kara
Canım alırlar ecelsiz, sığdıramam kitaplara
Vurulmuşum, düşüm gecelerden de kara"

Metin Altıok'un şiirinden Kavaklar:

"Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hâlâ, hâlâ durmadan kanar

Ah kavaklar, ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar, ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar"

Eveth. Yazarken bir yandan da dinliyorum, bir salı günü şu saatte olmayı istemediğim yerlere geldim, rakı koyup ağlamak istemiyorum.

"Hakikaten rakı mı koysam?" diye düşünürken barbar kocam Adıyaman'dan aradı, tahin almış, hangi pekmezden alsınmış. "DUT!" dedim, dut pekmezi varken dut pekmezi alınmalı diye düşünüyorum. Pekmezi hallettik, daha "Hangi salça?" diye arayacak. Salçacı ve tereyağcı iki kardeşin dükkanı başka yerde. Ve tabii daha üzüm kırması/kesmesi/çekçek sınavı bekliyor kocamı. (Yoksa siz kırma ateşi söndü mü sanmıştınız?)

Ben bir mini boy Yunan adasından araklanmış kadehe rakı koyayım, dolaptan kooperatif tulumunu çıkarayım. Tarkan ile başladığım günü herhalde Maksim Gazinoları Assolistleri Vol.1 ile bitireceğim. (Köpekleri cebren ve hileyle halaya soktu.) (Hakikaten ne zamandır türkü barda halay skandalı yaşamadık.) Gittim, öbtüm.


August 14, 2018

Merhaba Yazlık Şarkılı Mim

Ay en son dilim karpuz yazmışım, bir görünüp bir kayboluyor markette dilim karpuz. İki kere daha almaya muvaffak olabildim. Bu yaz zaten bir belirsizlikler mevsimi olarak geldi, geçiyor. Hiçbir şey bilmiyorum, biraz bilir gibi olduklarımdan da aslında o kadar emin değilim. 

O 52 haftalık şalanjı yapamayacağım ben, pes etmek istiyorum, hiç içimden gelmiyor. Bizim Büyük Challenge'mıza devam ediyorum kendi halimde, 35 maddeyi defterime yazdım, okudukça işaretliyorum. Mim cevaplamaya geldim, Sibelynka yazmış, bana da haber verdi, sevinçle oturdum kompüterin başına. 

Sorulara bakarken bu mimi geçen yaz yaptığımı farkettim ama ne farkeder, onlar geçen yazın şarkılarıydı, bunlar bu yazınkiler. Değişmeyen iki şey var, bütün yaz akşamlarını işgal eden komşumuz eller-havayacı lokantanın müzik listesi ve barbar kocamın barbar müzik zevki, bilahare değineceğim.

1. Yazın çıkan, çok sevdiğin sanatçıdan/gruptan bir şarkı:

Robyn yeni single çıkarmış, eski bir arkadaşıma rastlamış gibi sevindim. (Gerçi bilmiyorum en son kime rastladım da sevindim, daha ziyade tazı gibi kaçıyorum yok okuldan tanış, yok bilmemkimin arkadaşının arkadaşı; selam verip "Naber? Senden naber?" sarmalına gireceğime gerçekten dükkana filan girip saklanıyorum. Hiç halim yok.)


Gene mutsuzluktan ölerek dans etmeye imkan veren bir esere imzasını atmış Robyn, zaten o yüzden seviyorum. Video çekmemişler henüz, çekseler de karşılıklı omuz çıkığımız varmış gibi dans etsek.

2. Bu yaz en yeni keşfin:

Ay hiç keşif filan olmadı. Eski yazılarıma bakıyorum bazen, MÜZİK OLMADAN YAŞAYAMAM filan gibi bir takım iddialar. Hiç kalmadı o halim. Kısmen Spotify yüzünden çünkü bir yerden çalmaya başlıyorsun, kendi kendine günlerce devam edebiliyor. Hiç çabaya mabaya gerek yok, zaten tembelliğe meylim var. "Evin içinde ses var mı? Var." diye özetleyebileceğim bir hale geldi müzik dinleme alışkanlığım. 

Bu ahval ve şerait içinde Spotify evimizde kendini hayatını idame ettirirken bir şarkı başladı, "Ay bu çalan ne ayol?" diye gidip baktım geçenlerde, şuymuş:


Şarkı ile ilgili hiçbir şey yeni değil, ben yeni farkettim. Biri videonun altına yorum bırakıp "Chris Cornell'in ses telleri neyden yapılmış bilmiyorum ama genetik olarak kopyalanıp çelik yelek yapımında kullanılmalı" yazmış. 

3. Bu yaz sürekli dinlediğin bir şarkı:

Barbar kocam bölümüne geldik. 4 aydır son ses şunu dinliyor, kaçamadığım için ben de dinliyorum.


Gerçekten sabrımın sonuna geldim. Belki kocam da bir şey anlatmaya çalışıyordur tabii, bilemiyorum. Komşularımızdan özür dileyerek bir sonraki soruya geçiyorum. 

4. Bu yaz en çok duyduğun şarkı/albüm:

Hava ısındığından beri alt sokaktaki meyhane/lokanta/disko mutantı işletme camı kapıyı açtı, biz de açtık, hep birlikte onların uygun gördüğü şarkıları dinliyoruz aylardır. 

Ve her gece en az iki kere bu çalıyor:


Hayatımızda yer etti, öyle sessizce otururken birden fırlıyor insanın ağzından YELİL YELİL ELİL YALİL HURRRRNAA MURRRRAAA diye. 

Arada bir hala 10. Yıl Marşı da çalıyorlar ama eskisi kadar alıcısı yok, sönüveriyor. Milletimizin eğlenme alışkanlıklarından tiksinir hale geldim.

5. Bu yaz eski de olsa dinlemekten vazgeçmediğin bir şarkı:

Kendi kendimeyken sanat müziği dinliyorum bir süredir, genel olarak bir 80'ler arzusu hasıl oldu bende. 


Ya valla herkes şarkı söylüyor ama kimse bir Zeki Bey değil, ne biçim şey yarabbi.

6. Sence bu yazın en favori hiti:

Valla niye şu değil bilmiyorum:


Bir yaz şarkısında aradığım her şey var, kız da çok güzel. İkinci oldu bu seneki Eurovision'da. Ya ben o birinci olan kızdan hiç hoşlanmadım. O kızdan hardcore İsrail milliyetçisi dalgaları yayılıyor ama bilemiyorum.


7. Senin bu yazını anlatan bir şarkı:


Aklıma bu geldi, "Nothing I am, nothing i dream, nothing is new.."

Bitti mim, zaten daha fazla dayanamayacaktım, oturduğum yerde sırtıma güneş vuruyor. Neden vuruyor? Çünkü barbar kocam buradaki mütevazı pencereyi yıktırıp iki kanatlı kapı yaptırdı. Artık iki kanatlı kapı kadar güneş vuruyor sırtıma. Evin nispeten serin yerlerine kaçarak gidiyorum. Gözlerinizden öpüyorum.

February 1, 2018

Filmler, Filmler Filmler Dırınırın (Melodili)

Pek kıymetli komşum ve kızkardeşim Saçaklı'aanım mimlediği için şimdi oturup engin deneyimim, rafine zevklerim filan dahilinde filmli mim cevaplayacağım efendim.

1. Sinemada ilk izlediğin film?

Ya gerçekten, bu mimi yapan komşuları şöyle bir dolaştım, Saçaklı'nın bizzat kendisi Aslan Kral yazmış. Ben Aslan Kral'a kardeşimi götürmüştüm, aramızda 9 yaş var çocukla, siz düşünün. Bir de ağladıydım bir sinema dolusu çocuğun ortasında. Acıklı bir filmdi Aslan Kral.

Neyse, annemi arayıp sordum, "Ne kadar acayip sorular soruyorsun iki gündür?" dedi. Dün ne sorduğumu da hatırlamıyorum, uzatmadım. E.T.'ye gitmişiz, işte 1984 filan olması lazım. Hiç hatırlamıyorum E.T.'yi sinemada seyrettiğimi, sonra televizyonda defalarca seyrettim. Filmin sonunda E.T. evine dönünce çok bozulup ağlamaya başlamışım, sinemadan çıkıp Kemeraltı'nda dolanırken de kesilmemiş ağlamam. Bir esnaf amca anneme neden ağladığımı sormuş, annem açıklamış. Amca bana dönüp "E niye üzülüyorsun, evine gitmiş işte sonunda. Ne güzel eve gitmek!" deyince susmuşum.

Hep dramlı biri oldum. Posteri ne güzeldi filmin:


Sinemada izlediğimi hatırladığım ilk film ise Süpermen 3.


Bunun da 1985 olması lazım, herhalde ananemle gitmiştik, annem hatırlamadı Süpermen'i. Sci-fi'cı bir insan yavrusuymuşum.

2. Film en güzel ....de/da izlenir.

Valla her yerde izlenir. Kazılarda bazen yemek masasına laptop koyup 5-10 kişi film izlerdik, ne olursa artık. O stresli tempo içinde ve medeniyetten uzak şartlarda dünyanın en hoş şeyi oluyordu sandalyelere dizilip bir film izlemek.

Evde de güzel izleniyor, "AAAAAOOOO AMA NEDEN BÖYLE OLDU ŞİMDİAAA?!" diye haykırırken bir yandan da ayaklarımı ısınsınlar diye köpeklerin altına sokmaktan hoşlanıyorum.

Bir arkadaşımla sözleşip sinemaya gitmeye de bayılıyorum herkes gibi. Karanlığın içinde parlayan o dev ekranın verdiği heyecanı başka bir şey vermiyor. Filmden sonra oturup konuşmak, aktör övmek ya da gömmek filan da pek sevdiğim bir aktivite.

3. Film izlerken olmazsa olmazın var mı? Varsa neler?

Dev gözlüklerim çünkü tek gözüm çok miyop. Öbür gözümle idare ediyorum günlük hayatta ama sinemada muhakkak barbar kocamın tiksintiyle nefret ettiği devasa gözlüklerimi takıyorum. Clark Kent de bunlardan takardı.


4. Filmi tek başına mı, kalabalık mı izlemek?

Evlilik müessesesi, beraberinde karı-koca film izlemeyi de getiriyor. Her zaman anlaşmak mümkün değil. Barbar kocamın sevmeyeceğini düşündüğüm filmleri tek başıma izliyorum. Evet, neyi sevip neyi sevmeyeceğine ben karar veriyorum. Çorap, kazak, don ve gömleklerini ben satın aldığıma göre buna da hakkım var. Çünkü ne mozaiği ulan, mermer mermer!

Sinemaya da genelde hafta içi gündüz seanslarına gidip asgari bir kalabalıkla sessiz sakin oturmayı seviyorum.

5. Film izlerken mısır mı cips mi?

Mısır. En büyük boy.

Ben profesyonel mısır yiyicisiyim arkadaşlar, bir ceylan kadar sessiz ve narin sokuyorum elimi mısırların içine. Sinemada yanınızda oturup sizi delirten mısır yiyicisi ben değilim. Zaten tek derdim "Aman kimseye yapışmayalım, allahım lütfen yan yana oturmayalım" olduğu için yanınızda oturan da ben olamam.

6. İki boyutlu mu, üç boyutlu mu?

İki boyut. Üç boyut beni tutuyor, muvaffak olamadım seyretmeye. Zaten bir keyif de alamadım, hiç öyle hayallerimdeki gibi değildi.

7. Avm sineması mı, sokak sineması mı?

Yani ne kadar seçme şansımız kaldı bilmiyorum, her film her yerde oynamıyor. Hatta bazı filmler hiçbir yerde oynamıyor. Mümkün olduğunca avm sinemalarından uzak durup eski sinemalara gidiyorum. Kızılay'daki Büyülü Fener, Kızılırmak filan. Başka Sinema seansları hayatımıza bir hayli heyecan getirdi, aklıma gelmişken şubat filmlerine bakayım bir.

8. Filmden önce fragmanını mı izlemek, yorumunu mu okumak?

Sinema yazısı okuyup fragman izliyorum. Nadiren başka izleyicilerin yorumlarına bakıyorum. Arkadaşlarımın tavsiyelerini de dinliyorum.

Ay vallahi bitirdim mimi. Bugünü de böyle yedim, sabahtan Romanya Konsolosluğu'na gittim, bir saat sonra tekrar gideceğim pasaportumu almaya. Ya süratle vize veriyorlar ya da süratle reddedildim, bilemiyorum.

January 24, 2018

Geçen Sene 16 ve 17

Ay bu "2017'yi 17 fotoğrafla anlatalım" mimine girdim, 17 fotoğrafı tek seferde koymanın bir anlamı varmış, bilemedim. Bir de yani kediden köpekten başka fotoğraf çekmek pek aklıma gelmemiş, onların da çoğu "Ay çok komik bişiy yapıyoaaa!" diye panikle çekilmiş, çamur gibi fotoğraflar.

Neyse. Son iki fotoğrafı aşağıya yapıştırıp kapatacağım bu defteri, güzel sündürürüm sanmıştım bu mimi, acıklı sündü.

Kasımda barbar kocam şunu yollamış:


Yollarken karşımda oturuyordu, bir de gözleri yaşara yaşara güldü üstüne.

Aralık ayı fotoğraflarının arasından da bir tane Kudi seçtim:


Bir daha mim ve şalanj koşullarını yamultmayacağım. Fotoğraflı mimlere de girmeyeyim bence, neyime güvendim bilmiyorum.

Gideyim çorba yapayım bari.

January 22, 2018

4. Hafta / Geçen Sene 15

52 haftalık şalanjın 4. haftasından bildiriyorum, bütün sorular şurada, köpek fotoğraflarını biraz geçince.

4. haftanın sorusu, şu anda penceremizden görünen manzarayı soruyor. Manzara şu:


Camlar leş gibi olduğu için camı açıp çektim. Çatılaaar çatılaaaar, şimdi gözümde canlandılaaaar.

Yani gene de şükrediyorum çünkü bir açıklık var, başka bir apartmanın duvarına bakmıyorum en azından. Fakat bu 60 yıllık binaları yıkıp yenisini yaparken bahçe mahçe bırakmadıkları için, en tepeye çaktırmadan bir yarım kat filan ekledikleri için gittikçe yapışıyoruz. Eskiden Anıtkabir'i ve Kocatepe Camii'ni görebiliyorduk, o eski apartmanları yıkıp yerine şu soldaki ve ortadaki gibi binalar diktiler, kısıtlı manzaramız yok oldu. Geriye sadece çatılar kaldı. Bir de gökyüzü kaldı tabii, gökyüzüne de şükrediyorum; kuşları görebiliyorum, bulutları ve güneşin batışını izleyebiliyorum.

Sis var, hava kirliliği de olabilir. Burası havası temiz bir şehir değil. Burası ne ekerseniz onu biçeceğiniz bir şehir, gönlünden koptuğu için size mutluluk filan vermiyor. Siz söke söke alıyorsunuz. Arkadaş edinmek zorundasınız, balkona yeşillik ekmek zorundasınız, kapalı havalarda bir tatlı huzur bulmak zorundasınız. Bu, ne kötü ne de iyi bir özellik, sadece bir özellik. "Beni öldürmeyen şey güçlendirir!" türü bir insansanız mesela, kişisel gelişiminize katkısı olur, ne güzel. "Allahım bu ne biçim çile?!" türü bir insansanız buhranlara sebep olabilir. Ben bu ikincisine daha yakın bir tür insanım, gene de asgari miktarda buhranla buralara kadar gelmeyi başardım. Yani olabiliyor, yani her şey mümkün hayatta.

Şu son cümleyi hiç soğutmadan geçen sene ekim ayına dönüyorum, arkadaşımın Instagram coşkusunun ekran görüntüsünü saklamışım:


Ahhahhaha ay allahım! Hala arada açıp gülüyorum buna, o kadar içten ki hiç eskimiyor. O balonlar, o konfetiler. O "bay bay..."daki neşe!

Korkunç haberler almayacağımız bir hafta olmasını umuyorum, bir gün bu memlekette aklıselim hakim olur diye umuyorum. Artık ne diyeceğimi pek de bilmiyorum.

January 20, 2018

Geçen Sene 14 / Aylavyu Padılz

Çok sık gitmediğim için Urla'daki evi dolaşmak hoşuma gidiyor, ellerimi arkama bağlayıp tura çıkıyorum. Bütün karnelerim, eski mektuplar, eşyalarım filan da bu evde olduğundan bir hatıralar geçidi oluyor. Bazen beklenmedik şeylerle karşılaşıyorum, geçen yaz buna gülmüştüm:


Monşerlik, elitlik kolay değil tabii. Bir hafta bu banyoyu kullandım, bu progresif sözlük niye buradaydı, kim bıraktı çözemedim. Banyoda neden ayı gibi ahşap konsol var diye de sorabilirsiniz. Ben artık sormuyorum öyle sorular. Benim anam ve babamla bir yere varılmıyor öyle sorular sorarak.

Dün babamdan 5 kitaplık insaflı bir liste geldi, verdim Aras Yayıncılık'a sipariş, gene heyecanla bekliyorum.

Gene dün, akşam vakti Birgül'le 70 dakika 35 saniyelik telekonferans için kendimi mutfağa kapattım, çıktığımda barbar kocamı kısmen sarhoş buldum salonda, çok mutluydu. Mutfakta iki bardak nane çayı içmiştim, mecburen ayak uydurmam gerekti salonun promiline, bira buldum dolapta. Gecenin kalanını Türkçe pop-rak-her şey dinleyerek geçirdik, Ebru Gündeş'in Fırtınalar'ını ezbere biliyormuşum bunca yıl sonra hala. 

En sevdiğim -tek sevdiğim- palyaço Puddles'ın kanalını karıştırdım biraz. The Ship Song söylemiş geçen yaz, kaçırmışım:


Kadife sesli, zırdeli, dev palyaço Padılz. Yemin ediyorum hayat veriyor bana, ara ara açıp sahnede seyreden insanların yazdıklarını okuyorum, röportaj yapmaya çalışan gazetecilere çektirdiklerini filan. Kesinlikle konuşmuyor Puddles, kimseyle konuşmuyor. Puddles aslında Mike Geier, Mike Geier kendisine ulaşanlara "Ha bi sorıyım Padılz'a ama sanmıyorum konuşacağını," diye cevap veriyor, aynı insan olduklarını kesinlikle reddediyor ahhahha! "Ne demek Padılz aslında sensin? Ben Padılz değilim! Yıllar önce bir barda tanıştık biz.." diye anlatmaya başlıyor hikayesini.

Ayh kalkayım bu masadan. Gieyim de banyoya bir fasikül ansiklopedi, bir şey koyayım. Annemlerin bir bildiği olmalı.