December 23, 2021
Ay Resmen Sene Bitiyor
December 8, 2021
Botlarımı Hâlâ Boyamadım
November 30, 2021
Yağmur Ama Doğal Afet
Eveth. Bir numaralı gündem maddesi: Diş hekimini arayıp randevu almak çünkü dişim ağrıyor. İki haftadır direniyorum o telefonu etmeye, şimdi de koşarak hava durumuna geçeceğim.
Fırtına var. Birkaç saattir karşı apartmanın çatısına sonradan kondurulan dandik endüstri tipi bacaya bakıyorum. Bacayı belinden bir iple çatıya tutturup önlem almışlar ama o kadar yalpalıyor ki sağa sola, umarım uçmaz. Yaza yaza kendim de dahil herkesi bunalttığım mesele, konut olarak tasarlanmış apartmanın zemin katı lokantaya dönüştürülünce çatısına da lokanta bacası ekleniyor. O bacalar bir boka yaramıyor. Aynı yağlı dumanı 3 metre yukarıdan mahalleye salıyorlar. Mahalleyle kavgam bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor. Her gün yenisi açılan kahveciler de bitecek gibi görünmüyor. Bir sokağa 8 kahve dükkanı düşmeye başladı. Ayh neyse.
Kendimi sakinleştirmenin yollarını arıyorum mütemadiyen, anlaşılan anda kalabilen biri değilim, nefesime odaklanıp zihnimi boşaltamıyorum. Bunlar olmuyor. Bu sabah "Ulan o düğüne neden o korkunç eteği giydim ben?" diye uyandım. Bahsi geçen düğünün üzerinden 20 sene geçti. Etek hakikaten korkunçtu. Bluz da berbattı, bluzu kahve yaparken hatırladım.
Neyse, normalde gün içinde kafam dağılıyor ama tez yazarken sabah 6 - akşam 6 masada oturup konsantre olmam gerekiyordu. Yaz başında SonikPanik bir miktar eğlenceli internet şeyleri yolladı, içlerinde bir de ortam sesi oluşturabileceğiniz bir internet sitesi vardı. O ortam sesi size yemin ederim benim verimliliğimi en az %50 arttırdı, sinirlerimi yatıştırdı, günde 12 saat çalışmamı sağladı. Şu ses:
https://environment-other.ambient-mixer.com/cozy-library
Şömineli kütüphane sesi. Biraz kurcalarsanız istediğinizi ekleyip çıkarmanız da mümkün. Bazen hafif yağmur sesi ekliyorum. Başka bir sürü seçenek de mevcut, orman morman, Harry Potter yemek salonu, ne isterseniz.
Sabah açtım canım kütüphane ortamımı, üzerinde de yumuşak klasik müzik açtım. Camın önünden uçarak leğen geçti mesela ama evin içinde bir Hobbit ambiyansı var. Bundan sonra hayatımı böyle geçireceğim.
Masamın altında da şu var:
Fırtına ve yağmur anksiyete veriyor bu buzağı ebatlarındaki köpeğimize. Gene bugün fena değil, normalde işi gücü bırakıp battaniyeye sıkıca sarmam ve avutmam gerekiyor.
Endüstriyel dandik baca hâlâ uçmadı, fırtına devam ediyor, gidip çorba yapayım. Çorba en asil duyguların gıdası bence. Naapıyorsunuz, iyi misiniz?
November 26, 2021
Doktor Ama Bir Faydası Yok
Komşular, Romalılar, buralarda mısınız? Hellö.
Ayh ne biçim bir yazdı ve ne biçim bir sonbahar. Buraya yazmadığım ayları aynen şöyle geçirdim:
Oha 5 ay olmuş! Neyse ama, inanmazsınız doktoramı bitirdim, jüriye çıktım, geçtim. Ve bu sefer kaçmayıp o insanı doğduğuna pişman eden "Odtü'ye tez teslim ediyorum" sürecinden de geçip mezun oldum. Jüri ne güzeldi ama ondan sonra ters gidebilecek her şey ters gitti. Tabii ki bir gece önce kütüphanenin database'ine yüklediğim pdf, ertesi gün yüklediğim yerde yoktu filan. Kayıp formlar, yağmur gibi sağdan soldan gelen "Hocam, bir sorun var" emailleri. Ohh allahım. Merkür şaapıyordu tam bu dönem ahhahhha!
Neyse, herkesle beraber bu ikiliye de teşekkür ettim tezin başında:
Elbakyan'ın Sci-Hub'ı olmasaydı ben nah yazardım bu tezi. Dio'nun verdiği moral desteği de başka yerde bulamazdım. Bir video çakıp gideyim, tez dışında da çeşitli aydınlanmalar yaşadığım bir yaz oldu, umarım yavaş yavaş her şeylerden bahsederiz birlikte.
May 18, 2021
Testereli Adam
Saat 08:30 gibi Kudi'yle terasta dikilip bomboş sokağı seyretmek üzere her zamanki yerimize yürümekteydik ki apartmanın bahçesindeki çam ağacının üzerine tırmanmış bir adam gördüm. Testereyle ağacın dallarını kesiyordu. Pazar günü oldu bu, altını çiziyorum bakın, sabah 08:30. Çam, bahçedeki tek ağaç ve bu sene nihayet bizim dairenin hizasına geldi. Kudi anında adama havlamaya başladı, sarkıp aşağıya baktım, başka adamlar da bahçede durmuş ağaçtaki adamı izliyordu. Ben artık bir düz adamı diğerinden kesinlikle ayıramıyorum. Her yer aynı adamlarla dolu.
Yılların pasif-agresifi olarak hemen apartmandaki tek arkadaşım 70+ birey komşumu aradım. 5 saniye içinde balkona fırlayıp avaz avaz bağırmaya başladı. Aşağıdan bir adam "TEYZEEE BİR ŞEY YOK, BUDUYORUZ TEYZEEEEE" diye komşumu sakinleştirmeye çalıştı. Bu teyze meselesi beni o kadar sinirlendiriyor ki anlatamam, hiç öyle bir akrabalık/samimiyet referansı filan yok o teyzede, hem yaşlılığı hem de kadınlığı küçümseme var. "Senin kafan basmaz, karışma" var. Bu adam sanırım bizim apartmanda oturuyor ama allah belamı versin emin olamıyorum, bu düz adamların hepsi aynı sarkmış eşofmanları giyiyorlar hafta sonları ve apartmanımızın eski monşerliği kalmadı artık.
Neyse, hadise bir saat kadar sürdü. Meğer apartman yöneticimiz ve bir diğer daire kafa kafaya verip bahçeyi temizletmeye karar vermiş, kimseye haber vermedikleri için ben 08:30'da ağaçta testereli adam görünce şok geçirmiş oldum. Bir yandan da kimse kimseye güvenmiyor bu apartmanda, bahçeyi otopark yapmak isteyenler var, geri kalanlarımız sürekli bu kaygıyla yaşıyor. Ve tabii ki bir çam ağacı bu kadar budanır mı bilmiyorum. Ve tabii ki bazı insanlar balkonlarına ağaç dalı değsin istemiyor, bu da başka bir apartman hayatı motifi.
Bir miktar bezelye buzdolabında çimlenmişti, karton bardaklara itelemiştim bezelyeleri. Tahmin edersiniz ki bezelye yetiştirmek konusunda da hiçbir şey bilmiyorum.
O incecik yeşil kollar sağa sola uzanmaya başlayınca can havliyle kokteyl çubukları sokuşturdum bardaklara. Bu sabah bir baktım böyle tutunmuş çubuğa, zaten sinirlerim bozuk, gözlerim doldu.
Yemek filan da yapmadım bugün, dışarıdan söyleyeceğiz. Erken yatıp bir bozayı gibi uyumayı planlıyorum. Öberek gidiyorum.
December 17, 2020
2020'de Kitap, 2020'de Müzik
Ayh bu ayın da yarısı geçmiş bile, 2020 bitiyor resmen. Senenin bu son günlerinde, Türkçe yazan bunca insan içinden bir kenara ayırıp bağrıma bastığım herifin bir seri kadın tacizcisi, bir predator olduğunu öğrendim. Öğrenmeden 3 gün önce bir kitabına başlamıştım, öğrendikten sonra arasından ayracımı çıkarıp kitaplığın derinliklerine tıktım kitabı. Her yerde fotoğrafları karşıma çıkıyor, yüzüne bakmayı içim almıyor, yazdıklarını okuyabileceğimi hiç sanmıyorum. Bundan sonra da sayemde bir kuruş para kazansın istemem.
Kadınların yaşadıklarının dehşetini sindirmek mümkün değilken üzerine bir de edebiyat çevrelerinde gayet de bilinen bir durummuş diye okuyup duruyorum. Edebiyat çevreleri ne kadar ayı-erkek çevreler. Bir kadın daha fazla dayanamayıp herkesin önünde çığlık atana kadar o ayı-erkek ve dahi yer yer kadın çevreler kafalarını diğer yana mı çeviriyor?
Ya da biz ne yapıyoruz? Mesela bandrol sahteciliği yapıp kendi yazarlarını dolandırdığı ortaya çıkan yayınevinin kitaplarını hâlâ satın alıyor muyuz? Yine aynı yayınevinde taciz iddiaları da vardı, onlar ne oldu?
Bu ahval ve şerait içinde polisiye okuyorum, mümkün olan en az sayıda insanla konuşuyorum. Daha az kalori alıp daha çok su içmeye çalışıyorum. Ev üzerime üzerime geliyor mu? Bazen geliyor. Bazen de gelmiyor, yani elimden bu kadar geliyor.
2020'yi caz dinleyerek geçirmişim, yıl sonu listesini görünce şaşırmadım. Beni depresyona sürüklemiyor caz, başka şeyleri hatırlatmıyor, insan sıfatından çıkmadan efendi gibi müzik dinleyebilmemi sağlıyor, bir yandan başka şeylerle meşgul olabilmeme müsade ediyor. Liste şu, Instagram'da paylaşmıştım:
Babama dönüşmüşüm hakikaten, babam aşırı sofistike bir caz dinleyicisi olduğundan değil, aynen benim gibi ennnnn meşhur kim varsa onları dinlediğinden. Annem nefret eder cazın her türünden. En çok dinlediğim 5 sanatçı içinde bir Miles Davis eksik, o da 6 numaradır eminim.
Goodreads'de kendimle girdiğim "50 kitap okurum bu sene" iddiasını kazanıp üzerine an itibariyle 13 kitap daha eklemişim. Çoğu polisiye, üçte biri filan normal roman, az çizgi roman okumuşum. Bizim Büyük Challenge'ımız bana bu sene ne bir tat verdi ne de heyecan, gene de challenge maddelerine denk düşürdükçe işaretledim. Geriye sadece "2000-2010 yılları arasında yazılmış Türkçe bir kitap" maddesi kaldı. Bu madde için işte yukarıda bahsettiğim tacizci mahluğun kitabını okumaya başlamıştım. Bu saatten sonra bu maddeye denk gelecek bir kitabı ne aramak istiyorum ne bulmak ne de okumak. Feci şekilde sıkıldım şalanj yapmaktan da Türkçe edebiyattan da. Sosyal medyadan üzerime kitap yağmasından da bunaldım, bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi geliyor görünce, sürekli kitap sipariş ediyorum. Sipariş ettiğim hızla okumuyorum, aslında bu yeni çıkan kitaplarla o kadar da ilgilenmiyorum. Kitap okumak çok kişisel bir şey, en yakın arkadaşımla fikir ayrılığına düştüğümüz oluyor, neden hiç tanımadığım insanların övdüğü kitapları almaya çalışıyorum ben?
Perşembeymiş ayol bugün, uyandığımdan beri cuma sanıyordum. Ayh neyse, bir önemi var mı? Valla yok, neden olsun. Son günlerde yaptığım en faydalı şey camları silmek oldu sanırım. Temiz camlar moralimi düzeltiyor.
Söyleyecek bir şeyim yok, gideyim bari. Naapıyorsunuz, iyi misiniz?
December 4, 2020
Her Yer Çok Kalabalık
AL SANA PORTAKAL hadisesinin ertesi günü Sevda'yla mahallede buluştuk, sırt çantama bu yandaki üç portakalı koydu. Bir miktar da mandalina. Ben de onun çantasına annemlerin yolladığı limonlardan koydum. Sonra biraz yürüyüp ayrıldık. Ne kadar ideal ebatlarda üç portakal değil mi bu sefer?
Eve dönerken çiçekçiye uğrayıp çiçek aldım, bir de peynirciden Tire Süt Koop kaşar peyniri. Hafta sonu sokağa çıkma yasağı var diye günde iki kere ellerimi arkama bağlayıp mutfağı teftiş ediyorum, almam gereken bir şey var mı diye. Halbuki biz hafta sonları dışarı çıkmayı bırakalı yıllar oldu. Çıkılmıyor bu taraflarda dışarı, ne parklarda bir kıçlık yer oluyor ne de dükkanlara girmek mümkün oluyor.
Bugün öğlen Tunalı'ya indik Sevda'yla, plak almak için. Plağı aldık, çay içmeyi reddettik, baklava vardı onu da reddettik. En son yüzümüze dezenfektan sıkarak uğurladı Shades Süleyman Bey. Göze sıkılabilen bir şeymiş ondaki, "GÖZ AMELİYATLARINDAN SONRA KULLANILIYOR!" dedi, tartışacak halim yoktu, zaten biraz korkuyorum kendisinden. Almak istediğim plağın bir beyazı, bir de siyahı vardı. Beyaz olan limited edition filan, "Ya bunların arasında ne fark var allahaşkına?" diye bütün samimiyetim ve cehaletimle sordum. Yere çökmüş yeni gelenler kutusunu karıştırıyordum, arkamda ayakta dikiliyordu. Cevap gelene kadar süren sessizlikte kesin gözlerini kısıp enseme baktı ve içinden "Allahım nelerle uğraşıyorum?!" filan dedi. (Beyaz plağı aldım.)
Hazır inmişken markete filan da girelim bari dedik ama mümkün olmadı, Tunalı'da kıyamet kopuyor bugün. Her yerde uzun kuyruklar var, normalde sakin olan dükkanlar bile tıklım tıklımdı. Sevda gözünü karartıp mandıraya girdi, peynir reyonunun önünde biz yaşlarda bir kadın peynir alıyordu ama nasıl almak? Şöyle almak: "Şu yumuşak peyniri de anneciğime alayım, evet yarım kilo, anneciğim çok seviyor. Şu kaşardan da oğluşuma istiyorum, oğluşumun kaşarı. Anneciğimin, oğluşumun, anneciğim, kaşar, tulum, evet oğluşumuşun, annnnnneciğiiimmm peyniriş..." Ya acaba şuradan uçsam, tekmemi kadının beline denk getirebilir miyim diye hayal kurdum mandıranın kapısında dikilirken. Hayatını anlatmaya gelmiş, reyonu tıkamış, dükkanı işgal etmiş, peynirci abiyi esir almış. PANDEMİ VAR HAN'FENDİ. VİRÜS VAR. Herkes delirmiş.
Şunu gördünüz mü?
Haberin tamamı şurada, okumak isterseniz. Şaşırdık mı? Eh, pek şaşırmadık. Komik mi peki? Valla bence değil. Çok acıklı. Bir yandan da aşırı sağcı ve muhafazakar hükümet ne demektir sorusunun bir haber başlığına sığacak kadar özetlenmiş cevabı olmuş. Bize parmaklarıyla başka bir istikamet gösterirken kendileri durmaksızın bok attıkları o kültürlerin, yaşamların, özgürlüklerin nimetlerini sonuna kadar tecrübe ediyor. Macar Lgbti komünitesine ve mütteffiklerine, insan gibi yaşamak isteyen hepimize sabır, dayanma ve mücadele gücü temenni ediyorum.
Ve gidiyorum. Nasılsınız, iyi misiniz? 3 günlük eve kapanmaya hazır mısınız?
December 1, 2020
İçe Doğru Göçmek
November 27, 2020
Hava Hâlâ Soğuk
November 4, 2020
Hava Soğuk
October 29, 2020
Yağmur Yağdı
September 22, 2020
No Rain
Güneş geri geldi, hava açtı. Olsun, bu da sonbahar.
Dün akşam kendi halimde otururken birden kompüterin ekranında bir Skype çağrısı belirdi. Arayan barbar kocamdı fakat barbar kocam o anda akvaryumun üzerine eğilmiş balıklara yem vermekteydi ve beni Skype üzerinden arıyor olması imkânsızdı. Çağrıyı cevapladım, karşımda babamı buldum. Babamın tamamını da bulmadım aslında, ekranda iki adet göz vardı sadece. Karanlıkta oturuyormuş.
Bu kaos birkaç ay önce başladı. Kocamın ofis bilgisayarının masaüstünde babamın kaydettiği Word dosyaları belirmeye başladı. Babama söylemedik, fenalık geçirmesin diye. O kuşakta çok yaygın bir "Bilgisayarıma girerler" endişesi var, neden bilmiyorum. Aynı kuşaktan eski patronum mesela, muhalif bir şey konuşacaksa cep telefonunu parçalarına ayırırdı.
Tabii bir yandan da kocamın belgeleri babamın bilgisayarında belirdiği için nihayet babam uyandı duruma. Skype'ı dün fark etmiş, dalga geçmek için aramış. Onlarca iş kontağı arasından beni bulup arayabilmiş olmasına, Çin'de bir fabrika müdürünü aramamış olmasına şükrettik. Bir saat kadar sohbet ettik, iyi oldu.
Urla'ya her gittiğimizde bu ikisinin ne kadar teknoloji ile ilgili problemi varsa çözüp öyle dönüyoruz Ankara'ya. Herhalde kocam kendi Microsoft hesabı ile girip bir şeyler halletti babamın bilgisayarında, böyle sanal-yapışık yaşıyorlar o günden beri.
Ay cart diye geçiverdi koca gün. 28 sene önce bugün Blind Melon ilk albümünü çıkarmış, o albümün en meşhur şarkısı ilerleyen aylarda MTV'de üst üste çalmaya başlayınca fark etmiştim grubu. Şarkıyı da, tombul arı-kızlı videosunu da hâlâ çok severim, aşağıya yapıştırıp gideyim.
September 21, 2020
Tombalak
Spotify'ı açtım, sağ taraftaki "Arkadaşlarınız" listesinde Mansur Yavaş Bey belirdi, dün en son şu aşağıdaki listeyi dinlemiş:
September 14, 2020
Doğa İntikam Mı Alıyor, Yoksa Biz Mi Gerzeğiz?
September 3, 2020
Valla Bilmiyorum Hiç
Ay naapıyorsunuz, iyi misiniz? Ben naapıyorum? Bilmiyorum. Zaman zaman ütü yapıyorum, pilav filan yaptığım da oluyor. Bazını severek, bazısıyla kavga ederek kitap okuyorum. Yaz mevsiminin sonuna geldiğimizi üzüntüyle idrak ettiğim için bir saksı gibi terasta oturuyorum.
May 22, 2020
Tabiat Hadiseleri, Martin Beck, Dondurma
May 20, 2020
Pide Kamyoneti, Komşular, 8
![]() |
May 14, 2020
Tereyağı İçin Bir Haiku
May 4, 2020
Üzerime Baget Ekmek Atın, Kafamdan Aşağı Eau de Vie Dökün
Çalışma masamdan kaçıp yemek masasına çöreklendim, uzun saatler boyu patatesle oturduk. Ben içerideyim, patates dışarıda. (Bunları da yıllarca "içerdeyim, dışardayım" diye yazdım, meğer ünlü düşmesi olmuyormuş.) (Ünlü düşmesi der demez gözümün önüne yere düşen manken/şarkıcı/aktör geliyor. Çok bir şey beklememek lazım.)
Patatesin bu kadar uzamış olmasını şüpheyle karşılıyorum, eski patates girişimlerimde daha az boy ama daha çok yaprak oluyordu. Rüzgâr da dinmek bilmediği için iki yanına destek sopası sokuşturup hafifçe bağladım patatesi. Haftalardır kesilmeyen bir rüzgâr var, o da sinirlerimi bozuyor.
Yemek masasında oturup kitap okudum. Patlamak üzereyim diye kitap şalanjıydı, iyi edebiyattı filan sallamayıp canım ne isterse onu okudum. Stephen King'in neden bilmiyorum inatla Türkçeye çevirmedikleri The Institute'unu okuyup bitirdim. Gene çocuklar var, telekinezi ve telepati var, kötü adamlar ve kadınlar var. Yarısına kadar "Ehhhh işte ne yazsa okurum zaten" diye geldim, sonra elimden bırakamadım. Stephen Bey'in sanatı da bu zaten.
Kısa bir çizgi roman sıkıştırdım hemen araya:
Fransa'da ufak bir yerde, iki 65+ erkeğin dostluğunu anlatıyor. İkisi de dul kalmış, balık tutuyorlar, beraber yemek yapıyorlar, köyün barına gidiyorlar. Derken birinin gizli gizli romantik randevulara gittiği ortaya çıkıyor, bu yaştan sonra romans ihtimaline uyanan diğerinin o rutin emekli hayatı alt üst oluyor.
Bir oturuşta okudum, Fransızlar bu çizgi roman işini çok iyi biliyor. Hem çizgileri çok beğeniyorum hem de anlatılan bu aslında sıradan hikayelerin insanı çarpıveren insancıllığını. Birkaç karede 65+ cinsi münasebet olduğunu ekleyeyim; meme filan da var. Meme de hayatın bir parçası.
Fransız kırsalıydı, bagetti, kaz ciğeriydi, baktım iyi geldi bu havalar hemen Bruno, Chief Of Police serisinin ilk kitabına başlayıverdim.
Zeynep tavsiye etmişti, iyi ki etmiş, aradığım her şeyi ve fazlasını buldum. Yine Fransa kırsalındayız, Périgord bölgesinde St. Denis kasabası. Bruno eski bir asker, şimdilerde kasabanın tek polisi. Terk edilmiş bir çiftlik evini tamir edip yerleşmiş. Sabah kalkıp kahve yapıyor, önce köpeğini, sonra tavuklarını besliyor. Sonra da işe gidiyor. Polislik pek bir şey olduğu da yok zaten, kasabanın bütün derdi Avrupa Birliği hijyen dayatmaları. Yüzlerce yıldır yaptıkları gibi yaptıkları peynirler AB kurallarına göre illegal olmuş, pazar yerini basan AB gıda müfettişleriyle savaş halindeler. İşte arada biri diğerini "Ahıra izin almadan pencere ekledi" diye şikayet ediyor, bir başka kasaba sakininin deposundan peynirleri çalınıyor filan.
Bir ibadet gibi, açılır açılmaz kasabanın kafesine koşuluyor. Küçük kahveler içiliyor, kruvasanlar, baget sandviçler yeniliyor. İlla ki bir küçük şarap içiliyor, ufak bir mangal yapılıyor. Şarap gugıllaya gugıllaya okudum; vin de noix'nın herkesin evde yaptığı ceviz şarabı olduğunu öğrendim, ceviz şarabının içine konulan eau de vie'nin üzüm dışında meyvelerle yapılan bir tür brendi olduğunu da öğrendim. Şampanya ve créme de cassis'le yapılan çok kolay ve aşırı derecede Fransız bir kokteyl öğrenip hemen bir kenara not aldım. Bruno, tereyağı ve ezilmiş sarımsakla patates kızarttı ama önce patatesleri tam 3 dakika haşladı, o yöntemi de kafama yazdım. Kitap böyle gastronomik hediyelerle dolu.
Bir yandan da güncel politika var, yakın tarih var, eski tarih var; toplumsal gerginlikler ve bürokrasi de var. Bruno'nun kendi travmalı geçmişi var. Bir polisiyeye Paleolitik mağara resimlerini, 2. Dünya Savaşı'nı, Fransa'nın Cezayir'de yediği haltları aynı anda yerleştirmeyi başarmış yazar. Bunların yanına yüzlerce yıllık Fransa-İngiltere itiş kakışını da eklemiş. Ve hiçbir şey batmıyor, merakla okunuyor. Çok güzel, esprili, düşünceli bir dili var.
İki günde bitirdim, beni ne tutuyor allahaşkına, hemen ikinci kitaba başladım. Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı okuyacaktım ama biraz daha bekleyebilir. Bruno bu sefer ne yiyecek, kimin evinde kışlık şarap ve sosis yapılacak, o barakayı ve etrafındaki tarlayı kim yaktı filan, bunları merak ediyorum şu anda.
Türkçeye çevrilmemiş Bruno Chief of Police serisi, İngilizcesi mevcut. Polisiye okuyayım ama bir yandan da hafif hafif kültür yağsın üzerime istiyorsanız şiddetle tavsiye ediyorum.
Beyin hücrelerim tamamen ölmesin diye bir yandan da Edward Snowden'in kitabına başladım.
Sonra İngilizcesini bulup ondan devam etmeye karar verdim. Çeviri çok kötü olduğu için değil aslında. Kitabı "Snowden çok kolay okunan bir dille anlatmış" diye övüyorlar, Türkçesi kolay okunmuyordu. Takır takırdı biraz. Oğlan hakikaten herkesin anlayacağı gibi, konuşma diliyle, çok rahat yazmış.
Ben neden çeviri zabıtası oldum allahım? Eskiden böyle değildi, bu son yıllarda ben mi delirdim yoksa çeviriler mi gittikçe kötüleşiyor? Geçenlerde bir roman okurken gözlerimi devirmekten kör oldum, çevirmen günlük dilde sık kullanılan kalıpları, deyimleri filan olduğu gibi alıp kelime kelime Türkçeye çevirmişti. Baktım o yazarın yeni kitabını da aynı insan çevirmiş, neşeyle basmışlar, satışa çıkmış. Bende bir manyaklık var herhalde, ne bileyim.
Neyse. Şimdi gideyim, geri geldiğimde çeşitli hayvan hikâyeleri anlatacağım ve inanmazsınız köpekli hikâyeler değil.
April 27, 2020
Evde Aydınlanmalar 21 / Müzikli Şalanjın Sonu
Neyse yani, kazma kürek el arabası, çay molaları, o 10 kişinin ortak kullandığı 3 su bardağı filan ortalama bir kazı ambiyansını hatırlatıyor bana. Biraz yaşlanınca kendime su matarası almayı akıl ettim tabii. Ama sabahın 5'inde matarayı unutup araziye çıkınca mecbur ağzını dayıyorsun ilk bulduğun pet şişeye, rüzgarda uçup gitmiş bir zavallı plastik maşrapaya filan.
Arazi fotoğrafı koyayım, 8 Ağustos 2011'miş, adeta bir Barok tablo:
Evimize en yapışık inşaatta zurnanın zırt, davulun bodonk, köpeğin hav dediği yere geldik.
O çizdiğim yeşil hattan yukarıya çıkacak mı inşaat? Normal şartlarda çıkmaması lazım, halihazırda eskisinden daha yüksek şu hali. Eskileri yıkıp yenileri çaktırmadan 1-1,5 kat daha yüksek yapıyorlar. Bizimki gibi eski apartmanlar bir beton ormanının içine gömülüyor.
Kırmızı okla gösterdiğim iki bacanın arasından günbatımını seyrediyoruz biz, elimizde bir o kaldı. Çünkü fotoğrafta gördüğünüz bütün çatılar, yıkılıp yeniden inşa edilmiş binaların çatıları. Yıllar önce Anıtkabir'i filan görürdük, ne göreceksiniz zaten Ankara'da başka ama onu da göremez olduk.
Geçen gün abilere sorduk, "Korkmayın, korkmayın! Daha yükselmeyecek, bu kat teras katı, üçgen çatı yapacağız!" dediler. Valla korkuyorum. Arka bahçeyi de yedikleri için bina gelip bize yapıştı, bir de konut olacakmış. Durduk yere kim gelip salonumuzun içine girecek bilmiyoruz.
Yaşadığım diğer aydınlanmalar çoğunlukla kocamla ilgiliydi. Bakkaldan vermeye çalıştığı dünya saçması sipariş, pantolon cebinde unutulmuş bir paket sigaranın 60 derecede 2 saat yıkanması, bir çiğ köfte yapma girişimi, bir yarım kalacağı başlarken belli olan cam silme macerası ve geride kalan kirli su dolu kova. Görüntülü konuştuğu 5 arkadaşından birinin 3 haftadır konuşmalara dahil olmakta ısrarcı, tiz ve gevşek sesli beyinsiz kız arkadaşı.
Müzikli şalanjı bitirevereyim gitmeden. Şu an nasıl hissettiğimi anlatan bir şarkı:
Eskiden nefret ettiğim ama şimdi sevdiğim bir şarkı kategorisi için gene barbar kocama teşekkür etmem gerekiyor. Normal teşekkür, sarkastik teşekkür, emin değilim şu anda. 10 senedir evde maruz kaldığım 70'ler-80'ler korkunç rak müzik fırtınasının tabii bazı sonuçları olacaktı.
Bu kabarık saçlı ve kırmızı taytlı adamları göre göre alıştım sonunda, sonra da merak etmeye başladım. Oturup okudum, röportajlarını seyrettim filan. Böyle böyle bazılarını diğerlerinden ayırdım. Ayırdıklarımdan biri Tom Keifer, ay herhalde 80'lerin o çok saçlı grup elemanları içinde Tom Keifer'dan yakışıklı/güzeli yok. Çok karakteristik, çok beğendiğim bir vokal Tom Bey. Cinderella tabii çok meşhur grup, kızlar kendilerini paralıyorlar filan ama sonra dramlar dramlar, çıkmayan sesler, ameliyat üstüne ameliyat, türlü felaket.
Şu 1989 Moskova Barış Festivali performansını koyayım, o üstündeki ceketi bulsam ne giyerim şimdi. Diskoya bara da giyerim, markete de giyerim, hiç çıkarmam üzerimden:
Romantik bir buluşmada çalınacak şarkı için kendimi zorlamam gerekiyor şu anda zira ne romantizm ne de buluşma var bugünlerde. Konsere götürülsem mesela, çok memnun olurdum. Slash'in yanına Myles Kennedy'i alıp çıktığı turnenin İstanbul konserine barbar kocamla gitmiştik, ikimizin de memnun kaldığı ender konserlerdendi. Çünkü normalde birimiz mutlu olsun diye diğerimiz acı çekiyor. İstanbul'dan güzel kayıt bulamadım, şunu koyuyorum:
Myles Kennedy de kocam sayesinde farkedip çok sevdiğim bir başka vokal, efendi bir insan.
Geldik son soruya, paylaşmak istediğim bir şarkı. Hazır yukarıda Tom Keifer övmüşken, geçen sene çıkardığı solo albümden şunu bırakayım:
O 1989 Moskova konseriyle bu video arasında 30 sene var, o elf gibi çocuk tabii tarih oldu. Kocam çok üzüldü bu halini görünce, hemen zalim yıllar diye dizlerini dövmeye başladı. Ben üzülmedim, ses var, cayır cayır gitar var. Adam 60 yaşında ve "Sonum senin elinden olmayacak" diye bağırıyor, daha ne istiyoruz?
Ohh valla iyi geldi bangır gümbür müzik. Yazıyı yollayayım, sesi biraz daha açayım, günün geri kalanında bir mana arayayım. Öbtüm.