Showing posts with label bugün ne giydim?. Show all posts
Showing posts with label bugün ne giydim?. Show all posts

November 3, 2017

KoNbin YaBtım

Ay çok yorgunum bugün, neden böyle oldu? Bir de kimse şalanj yazmıyor diye söylendim buralarda, gidip bir saat uyuyacağıma mecburen oturdum yazıyorum.

Neyse zaten gündüz uyumak bana iyi gelmiyor, iyice gerzekleşiyorum. Günün bilgisi: Çok eklektik ve bir o kadar da sofistike giyinen biriyim. Yanda eklektiği görüyorsunuz. Sofistike olunca kazak ve yün çorap oluyor.

Turistik tişörtleri atamıyorum ben. Babam bunu getirdiğinde Sovyetler çökeli tabii çok olmuştu, gene de bir 15 senesi filan var. Ağzı burnu dağılmış biraz ama atmam. Atamam.

Şalvara da kazılarda alışıp hayatıma soktum. Dünyanın en güzel pantolonu, ne beden var ne bir şey. Küçük gelmiyor, büyük gelmiyor. Sadece geliyor. Sadece giyiyorsun ve başka da bir şey düşünmüyorsun. Beli düşük değil, iş yaparken kıç çatalına dertlenmek zorunda kalmıyorsun. Düşük bel gerçekten çok çirkin bir icat.

Eskiden böyle sokağa da çıkardım, Ankara biraz kuruttu beni. Zaten evden de mümkün mertebe çıkmadığım için bütün kombinlerimi köpeklere gösteriyorum.

Ay kombin deyince, başlamayacak mı yahu öyle programlar? Bir çöp televizyon girdabına çekilesim var.

January 28, 2017

(11) Hippie Kostümü (12) "El eleeeeee çalsın oynansın halaaaay"

Barbar kocam Adıyaman'a gitti iş için. Genelde kebap fotoğrafıyla filan taciz ettiği için şu aşağıdakini görünce çok heyecanlandım:


Ay benziyor da uzaylıya biliyorum ama ben sinirleneyim diye yapıyor, o yüzden duymamazlıktan geldim. Biraz da kıskandım ne yalan söyleyeyim, ben yıllardır içimden taşan bir sevgiyle fotoğraflarına, çizimlerine bakıyorum; herif toplantı saati beklerken müzeye dalıp başbaşa dakikalar geçirmiş. 

Neyse, merak ederseniz eğer, "Adıyaman Kilisik heykeli" filan diye aratırsanız okuyacak şeyler var. Ben 9500 yıldan biraz daha yaşlı olduğunu ve ana tanrıça filan olmadığını düşünüyorum ama çok da mühim değil. Mühim olan, şu anda bildiğimiz kadarıyla Urfa-Diyarbakır-Adıyaman'ı içine alan bölgede Taş Çağı boyunca böyle bir manyaklık yaşanmış olduğu. Daha da mühim olan ise bu heykelin bulunduğu yerde arkeolojik kazı filan yapılmamış olduğu. Yani aslında hiçbir şey bilmiyoruz.

Neyse, başka eski şeylere atlıyorum buradan, şalanjın 11. sorusu dolabımdaki en eski kıyafeti soruyor. Ailece eski biriktirdiğimiz için hangi birini yazayım bilmiyorum. Elime bu elbise-gömlek geldi:


Annem 1974'te Bodrum'dan almış, Sandaletçi Ali'nin yan dükkanındaki terziden. Basmaaltı ya da bozuk basma denirmiş bu kumaşa, işte esas kumaşa desen basılırken altta kalan astar bu. Bizim evde pek sevilirdi, benim de küçüklük elbiselerim filan var basmaaltından.

Bunlarla takım sandaletler de var, Ali'nin elinden çıkma, kaldırdığım yerden çıkarmaya üşeniyorum. Belki yaz gelince yazarım, şu anda ayı gibi bir kazak ve takkeyle oturuyorum, sandalet filan başka bir hayatın şeysi gibi geliyor.

Ay anlamını da yazacakmışız. Anlamı şu, annem hayatı boyunca tuhaf şeylere ilgisi olan bir kadın oldu. Çarşıda yürürken ayakkabıcıların önüne çeker vitrindeki topukluları gösterirdim, isterdim ki tırnaklarını uzatıp sedefli ojeler sürsün filan. Bir anneler gününde aldığım dikiş sepetini verdiğimde yüzünde oluşan ifadenin acısını 30 senedir taşıyorum içimde. Annenize dikiş sepeti almayın.

Annem bir ayrık otudur. Ne güzel tabii ama sonra ben ergenliğimde isyanlar eşliğinde rakçı olup yırtık pantelonlar (Merhaba Rafet el Roman, merhaba sana!) filan giymeye başladığımda neden şok geçirdi ("Ay şoktadayım şu anda?!" Merhaba gündüz televizyonu seyredenler, merhaba size!), bunu açıklayamıyorum.

12'ye geçiyorum.

Son 10 yılda hayatımda çok şey değişmiş aslında, düşününce şaaptım. Evlendim mesela, hiç de öyle bir niyetim kalmamıştı. Bu konuda tecrübesi olmayanlara söyleyebileceğim tek bir şey var, olacak iş değil aslında iki kişinin bu şekilde hayat sürdürmesi. Yemin ederim çok saçma. Belki en iyi arkadaşım diyebileceğiniz biriyle nispeten dertsiz tasasız olabilir ki o zaman bile insanüstü anlayış, sabır, iyi niyet, diyalog filan gerektiriyor. Çok şükür şöyle şeyler söyleyebileceğim bir evlilik müessessesi içindeyim: "Bazen seni yere yatırıp tekmelediğimi hayal ediyorum ama gene de en çok seni seviyorum." Ay lütfen şımartıldığımı da sanmayın, aynı şekilde karşılık alıyorum. Ev emekçisi köpek annesi eşit kadın birey yoldaş kimliğimle varlık gösteriyorum çünkü.

İşten ayrıldım ve hiç pişman olmadım. Zaten geçtiğimiz 10 sene içinde geçirdiğim bir takım evrimler ve yaşadığım aydınlanmalar sayesinde büyük ihtimalle ya kapının önüne konmuştum ya da ne zaman koyacaklar diye bekliyordum şu anda.

10 sene önce ettiğim lafların büyük bir kısmını şu anda önüme koysalar utançtan yok olurum.

10 sene önce hayatımda olan insanların %90'ı filan şu anda yok.

Bu 10 sene geçtiği için çok seviniyorum, yaşlandıkça daha da bunalmaya başladım eski günlerden.

Şunu bırakayım gitmeden. Nedense sabahtan beri Eurovision şarkıları dinliyorum. Bunu da 10 Yıl Önce 10 Yıl Sonra diye hatırlıyormuşum, tabii o zaman olduğumuz yerde kalmış oluyoruz. Umarım birinizin daha aklına gelmiştir de tek blog bayatı ben olmam.



Off uçan halı filan. Elvan elvan çiçekler, vur sazın teline, yumak yumak dostluk bağları. Ulan insan bir davul filan götürür bari en azından, böyle halay mı olur?

Gideyim de bir elma yiyeyim bari. Barbar kocama da çekçek/kırma/kesme sipariş ettim, eli boş gelirse yakarım bu evi.

December 2, 2013

Strayk-e-pooz


Bugün "Nasıl moda bloggerı olunur?" hususundaki fikirlerimi paylaşacağım.

Evde doğru dürüst aynanız olmasın, başlangıç olarak bu çok önemli. Mesela ben yerlere yatmıştım boy aynası almayalım, evde yer yok diye; bu kareleri birleştirip duvara yapıştırdık, çok feşınıbıl oldu. Köpeğiniz ayağa kalkınca boyu 1.70 oluyor ve yetişebildiği yerleri yalıyorsa, bırakınız yalasın, her gün ayna mı silinir? Fotoğrafa da bir yaşanmışlık kattı zaten bence o bulanık lekeler. Sepya da yapabilirdim bakın, yapmadım.

Sağ taraftaki poz önemli, görüyorum herkesler böyle kendini çekiyor, moda dediğin herkesin aynı şeyleri giymesi olduğundan kelli, aynı fotoğrafları çekmek de önemli.

Kombine gelecek olursak, pantelonumu Mango'nun outletinden 15 liraya almıştım geçen sene. Artık almıyorum, hele taşlanmış kot asla almayacağım, bir gün gelip lazım olduğunda ne yapacağımı da bilmiyorum. (İnsanları binalara tıkıp üç kuruşa köle gibi çalıştırmayan kotçu varsa bir yazıverin gözünüzü seveyim.)

Tişörtümü Terkos Pasajı'ndan alalı yıllar oluyor, kardeşimin meşhur ettiği bir parça, severek giyiyorum. Gördüğünüz üzere kazağın altında toplanıp harika bir manzaraya da yol açtı, canım yamuk leoparım benim.

Ayakkabılarımı da indirimden almıştım 3 sene önce, bağcıkları elimde kaldı en son. Arkadaşım S. kızına çılgınlı ergen bağcığı alırken bana da bunları alıp çözdü meseleyi, yoksa ben daha 1 sene yarım bağcıkla gezip mıyır mıyır ağlardım.

Neonlu fıstık yeşili kazağım kazıkçı patronlarına karşı efsanevi bir mücadele veren, makinalarına sahip çıkıp kendi kendilerine üretime geçen Kazova Tekstil işçilerinin elinden çıkma. Kenara atılmış ipliklerden, hafif arızalı makinalarla ama umutla ve inançla üretilmiş bir kazak olduğu için ben de severek giyiyorum. Hem karanlıkta araba çarpmaz, kalabalıkta kaybolmam.

Bunların üzerine kardeşimin burda unuttuğu paltosunu giydim, İslamabad'ta bit pazarından aldığım kahverengi tuhaf çantamı takıp çıktım sokağa.

Aralık gelmiş o arada yahu.