January 27, 2020

Haritalar

Haritalar çok etkileyici şeyler, çocukluğumdan beri çok ilgimi çekiyor. Anca görerek anlayabilenler için bilhassa bir nimet harita. Politik bir tarafı da var; ecnebilerin "power politics" dedikleri güç diplomasisi, kim kimi bastıracak politikası, gözdağı verme sanatı filan.

Barbar kocam geçenlerde bir takım iş ihtimalleri vesilesiyle Afrika'ya gitti. Ankara'dan çıkıp Güney Sudan'a varabilmek için çeşitli maceralar yaşamak gerekiyor. Ebola gibi çeşitli motifler bir yana, mesafeler akıl alacak gibi değil. Yola çıkmadan önce açıp haritaya baktık, Afrika'da A şehri ile B şehri birbirine yapışık harita üzerinde, İstanbul ve Kocaeli gibi. Ama elimizdeki uçuş bilgisine göre o mesafe 5 saat sürüyor. Uçakla 5 saat! Sonra "Mercator projeksiyonu" denilen o kurnazlığı hatırladık.

Afrika kıtası, bütün dünyanın kullandığı o haritadaki halinden kat kat büyük. Tombiş bir küre olan dünyayı kağıt üzerine aktarmak için kutuplardan bastırmak ve çekmek gerekmiş, ekvatordan uzaklaştıkça kıtaların yüzölçümleri saçmalıyor harita üzerinde. Ta 16. yüzyıldan kalma o yamultulmuş haritayı kullanıyoruz hâlâ.

Yamuk harita üzerinde Kanada neredeyse Afrika kıtasından büyük:


Halbuki gerçek yüzölçümleri şöyle:


Yani aslında Afrika kıtasının içine 3 tane Kanada sığıyor. Şuradan aldım haritaları. Amerika, Avrupa, Rusya filan devasa coğrafyalarken Afrika ve Güney Amerika gerçekte olduklarından çok daha küçük. Milyarlarca insan, yüzlerce yıldır bu çarpıtılmış haritayı ezberliyoruz okul sıralarında. Süper güç olmuşsun, ister misin hiç olduğunun 3 katı toprak sahibiymiş gibi görünmekten vazgeçmeyi?

Bir de tokat gibi haritalar var, günlerdir açıp açıp buna bakıyorum:


Valla hiç jeolojiydi, fay hattıydı filan bilmeye gerek yok; bu harita diyor ki "SİZİN 20 YIL ÖNCE DELİRMİŞ GİBİ ÇALIŞMAYA BAŞLAMIŞ OLMANIZ GEREKİYORDU."

Biraz daha bakınca mesela şu geliyor aklıma, bu ülkenin neredeyse bütün endüstriyel üretimi, fabrikası şusu busu kırmızıların içinde. Kocaeli zaten fay hattının üzerinde. Bir kısım üretim Tekirdağ, Bursa, Balıkesir'e taşındı. Oralar da kıpkırmızı.

Biz imar affı filan ilan edecek ülke de değiliz. Biz bütün hayatımızı deprem düşünerek düzenlemesi gereken bir ülkeyiz. Deprem olunca ölmemiz ihtimali, oturduğumuz binayı inşa edenlerin iş ahlakına bağlı olmamalı. Gene bazı apartmanlar bir un yığınına dönüşmüşken bazıları ayakta duruyor Elazığ'da. Ne olacağız bilmiyorum. Tecrübeyle öğrendim ki bu ülkenin herhangi bir köşesindeki herhangi bir felaket hepimizi göçertiyor.

Gene tecrübeyle öğrendim ki Elazığ'dan uzak yaşayan bizler süratle unutacağız geçtiğimiz hafta sonunu. Bu harita ama, değişmeyecek. Bu haritanın manipüle edilebilecek, yamultulacak bir tarafı yok. "Aklınızı başınıza almazsanız daha çok ağlarsınız, onunla da kalmaz, sonunuz olur" haritası bu.

Yıkım, can kaybı, travma gibi ciğer dağlayan hadiselerin yanında bir de aklıma deprem sonrası hayat geliyor. Güvenli evlerimizde uyumak ile gecenin bir saati bez çadırda yatarken dışarıda askerlerin havaya ateş açmasını dinlemek arasında incecik bir çizgi, 20-30 saniyelik bir sarsıntı var sadece.

Muhalefet edeyim diye söylemiyorum. Keşke birileri gerçekten muhalefet etse. Söylemeye hakkım olduğu için söylüyorum. Korktuğum için.

Bunları yazdım, üzerine hiçbir şey olmamış gibi iyi haftalar dileyim mi bilemedim. Biz de hakediyoruz iyi haftaları, güzel günler bizim de hakkımız.

17 comments:

  1. Depreme dair geriye ne kaldı konuşulması gereken bilmiyorum. Dediğin gibi çıkarılan şu harita bile her şeyi anlatıyor. Adım atmak kalmış geriye. Fakat biz hala televizyon kanallarında oydu buydu konuşup duruyoruz (bol bol siyasetli). Kim dedi hatırlamıyorum, bir profesör amca "yeni seçimler atlattık, hangi aday depremi konuştu?" dedi. Valla apışıp kaldım. Resmen Kırmızı Pazartesi novellası. Depremin geleceğini herkes biliyor ama bir Japon evhamıyla önlemler almakta ihmalllere devam ediyoruz. Yazık.

    Ha bir de "Elazığ Kürt mü" diye aratanlar var ki onlara dair hiçbir şey söylemek istemiyorum. Ha bunu aratmışsın, ha 7.4 yetmedi mi oankartı açmışsın, ha "o şehir tecavüzcüydü" demişsin. Al birini vur öbürüne.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Profesör amcalar en fazla bir hafta daha çıkar televizyona, sonra bir dahaki büyük depreme kadar çaresiz fon aramaya devam ederler projelerine. Benim gördüğüm bir profesör amcaya "Kaça mal olur depreme hazırlık?" diye sordular. "İstanbul'a bir sene lale dikmezseniz parası çıkar deprem hazırlığının" dedi. Ağlamaklı oldum. Gerçekten Kırmızı Pazartesi halimiz.

      Aratırlar, çok mühim çünkü Kürt mü değil mi. Bir gram şaşırdıysam ne olayım. Ya böyle anılarını anlatan teyze gibi oluyorum ama ben Değirmendere'de yardım kolilerinden toz bezi olacak tişört, lastiği erimiş mayo, kokuşmuş kazak ayıkladım. Bir yandan da yardım edeyim ayağına gelmiş tipler vardı, kadın "Ay bir Vakko torbası gördüm?" diye yardım kolilerine tırmanıp kendine üst baş seçiyordu. Ben üç hafta kaldım, bu kadın ve yetişkin oğlu benden önce gelmişti, benden sonra da kaldılar. Gündüz ortadan kayboluyorlardı, yemek saati beliriveriyorlardı. Nasıl bir beleş yaşayayım arzusu ise, 7,4 deprem geçirmiş ilçeye gelmişler. Elektrik yok, su yok, tuvalet yok, çadır kent, askerler travmalı, insanlar travmalı. Ama gelmiş buraya ve gitmiyor kadın.

      Elazığ'ın Kürt olup olmadığını merak edenler, Değirmendere'ye çürümüş kazak yollayanlarla ve yardım kolisinden Vakko bluz çalan sahte gönüllülerle aynı cins.

      Delete
    2. Benim eşim Elazığ’lı Mina, kürt değil zaza... o kimdir nedirler diye merak edenlere ilişkin haberi görünce suratının aldığı ifadeyi unutamayacağım, içime oturdu... adamın öyle zoruna gitti ki. Anlayamıyorum yahu, anlayamıyorum insanları...

      Delete
    3. Benim bir fikrim var, bana kalırsa bunların hayatlarında hiçbir şey olmuyor. Yiyip içiyorlar, televizyon seyrediyorlar, sosyal medyada vakit geçiriyorlar, sonra yatıp uyuyorlar. Kendileriyle ilgili söyleyebilecekleri iyi hiçbir şey yok; bir değer, bir yetenek, bir işe yarama hali, bir ilginç uğraş filan yok. Sadece Türk bunlar. Kendileriyle ilgili beyan edebilecekleri tek şey Türk (ya da Alman, İngiliz ve saire) olmaları.

      Bu yüzden delirmiş gibi sarılıyorlar buna gibime geliyor. Zaten nerede bir aşırı milliyetçilik görsem aynı yerde paçalardan akan cehalet de mevcut. Bir işsiz güçsüzlük hali, bir okumaz yazmazlık hali mevcut. Zaten anca bu çeşit insanlardan linç ekipleri ve hatta kudurmuş ordular oluşturmak mümkün.

      Yani "Aman boşverelim bunları" demeye korkuyorum, çok tehlikeli buluyorum bu meseleyi. Bizim daha da sıkı saf tutmamız, daha yüksek ses çıkarmamız lazım sanırım.

      Eşinin üzüntüsü benim de üzüntüm, senin içine oturan benim de içime oturdu. Çok üzgünüm bu memlekette aklıselim çöpe atıldığı için.

      Delete
  2. Offf, hangi derdimize yanalım bilmiyorum ki :(((

    ReplyDelete
  3. Depremi çok da ciddiye almıyor gibiyiz, ciddi bir hazırlık geç de olsa yapılmalı ama bu yönde net bir uyanış yok gibi, programları izlerken görüyorum, iskan alınana kadar kolon vs yerinde sonrasında adam oraları kesip alan genişletip dükkan yapan , binayı taşıyan yerleri kesebilen bir zihniyette, bunun tekrar bir denetimi yok veya bunu yapmaması gerektiğini düşünen bilinç yok. Neresinden tutulsa elde kalan bir durum, insan korkmadan edemiyor, kimlerin elinde, neler bekliyor bizi diye :(

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ya valla, en azından yaptığı binalar can alan müteahhitlerin cezalandırıldığını görebilmiş olsaydık. 3-5 sene yatıp çıkmışlar. Ve gene inşaat yapıyorlarmış.

      Mahallemiz kentsel dönüşüme girdiği için devamlı inşaat seyrediyorum. Yeni diktikleri binalar eskilerden daha mı sağlam hiç emin değilim. Ankara'da kentsel dönüşüm güvenlikten ziyade rant manyaklığı yüzünden mi yapılıyor diye şüpheler içindeyim.

      Bizi dizlerimiz dövmekler bekliyor. Yemin ederim felaket tellallığı olsun diye değil, fay hatlarının doğası yüzünden diyorum bunu.

      Delete
  4. "Güvenli evlerimizde uyumak ile gecenin bir saati bez çadırda yatarken dışarıda askerlerin havaya ateş açmasını dinlemek arasında incecik bir çizgi, 20-30 saniyelik bir sarsıntı var sadece." bu cümle!!! bu cümle o kadar doğru bir cümle ki. deprem çantası hazırlayıp, baş ucumuza su koymaktan başka yapacak hiç bir şeyimizin olmaması hissi beni bitiriyor. gidelim diyorum şu şehirden, gidemiyoruz da. buradan başka yer de bilmiyoruz. sıkıştık kaldık gibi. bişi olacak, büyük bişiii ve bu hiç hayra olmayacak. o şeyin ne olduğu da belli, neler olacağı, sonuçları her şeyi belli. ama öyle bekliyoruz. ben düzce'de deprem kolisinden dansöz elbisesi çıkarmış kişiyim. yani depremden sonra olacaklardan filan da umudum yok. kaç günümüz kaldı acaba diye uyanıyorum ben her sabah. :(

    ReplyDelete
    Replies
    1. Dansöz elbisesine de hiç şaşırmadım, bizde de 70'lerden kalma karpuz kollu nişanlık, pullu abiye filan çıkmıştı. Ruh hastası insan her zaman var, her koşulda var.

      Biz de gidemiyoruz bu şehirden. Ankara'nın haritada sarı olması çok da mühim değil aslında, kırmızı olsa ne yapacaktık? Hiçbir şey yapamayacaktık. Anamların evi kıpkırmızı yarımada üzerinde, onları naapıcaz? Bak Düzce'yi görmüşsün, o yüzden o cümlenin ne demek olduğunu anında anlıyorsun. Kimse deprem sonrasının kaosunu düşünmüyor, ben haritaya baktıkça sadece onu düşünür oldum. Deprem çantası ve suların yanında bir de İstanbul'dan çıkış planı koyun kurban olurum.

      Delete
  5. Babam her gördüğünü insan sanma der ve tarif eder üstten bir delik(yemek için)alttan bir delik(boşaltım için)gerisi yok basit düşün insan yerine koyma der,maalesef haklı.insansı şeyler tüketiyor ruhumu

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ya ne kadar haklı, keşke iyice bellesem bu tarifi de bu yaşta hâlâ her şeye şaşırmasam :/ Topluca psikolojimiz bozuldu yemin ederim :(

      Delete
  6. Kafa yapısı değişmedikçe düzelmeyecek hiçbir şey. Değişmesi de zor. Belediyelere sunulan, onaylanan plana sadık kalınmıyormuş ki. Hepimiz farkındayız zaten bunun. Cahillik, vicdansızlık, günü kurtarma derdi, biraz daha para kazanma hırsı yok olmadıkça başımıza daha çok iş gelir. Kişisel önlemler almaktan başka çare yok.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ben de kişisel önlem alalım diye düşünüyorum. Ne önlemi almak lazım, onu da pek bilmiyorum.

      Gene cezasızlıktan oluyor bunlar. Ocağına incir ağacı dikecek cezalar uygulansaydı zor keserdi bu insanlar bu kartondan binaları. İmar affı neden çıktı diye düşündükçe midem yanıyor sinirden.

      Delete
    2. Ay ne dediğim anlaşılmıyor, "zor keserdi bu insanlar o kolonları, bu kartondan binaları dikemezlerdi" demek istemiştim :/

      Delete
  7. Oof of, yazı da, yorumlar da göz kulak zihin açıcı, ağzınıza sağlık. En azından böyle konuşabilmek, sessiz kalmamak da lazım, neye lazım, ne işe yarar emin değilim ama en azından aklıselim bi seyler duymak akıl sağlığımız açısından gerekli galiba. Susmayalim evet

    ReplyDelete
    Replies
    1. Valla sanmıyorum ki bir işe yarıyor olsun, deprem konusunda en azından. Biz böyle aval aval etrafımıza bakınırken gelecek o deprem. "Elazığ Kürt mü"cüler de yeni bir hadise değil zaten, hatta bize mahsus bir hadise de değil, herhalde iki ayağımızın üzerine kalktığımızdan beri var. Al bak, Yunan faşisti kalkmış mecliste Türk bayrağı yırtmış, başka hiçbir şey yokmuş gibi bunu konuşuyor herkes. IQ'su 3 herifin, bayrak yırtsa ne olur, yapıştırsa ne olur. O provokatör kuduz köpek nasıl oldu da meclise kadar girebildi, keşke onu konuşsak :/

      Delete