December 14, 2018

Kendine Ait Bir Oda / Paris Is Burning

Valla Ankara'da kar tatili ilan edildiği için yerimden bir milim kıpırdamaya niyetim yoktu ama Sevda krep vaadiyle çağırınca suratsız bir damacana gibi çıktım evden. (Paltom lacivert ve dize kadar, kışın bir damacana havası oluyor bende komşular, mâni olamıyorum.)

Kaldırımlar karsız ve buzsuzdu; bir miktar salça takdim ettim, bir kavanoz kimchi aldım (Kore usulü turşuymuş, ben de bilmiyordum, Sevda geçenlerde leğenlerce yaptı), krep yiyip Virginia Woolf hakkındaki hislerimden bahsedip eve döndüm.

Kimchi benim bildiğim RuPaul'ün Drag Race'inde yarışan drag queenlerden biri. Ailesi Koreliydi, hiç düşünmemişim adının nereden geldiğini. Neyse, geçen gün çöküp Kendine Ait Bir Oda'yı bitirdim, üstüne de Paris Is Burning'i seyrettim.

Hiç oturup kitaptan bahsedecek değilim, Virginia Woolf'u içine sindirmiş, olaylara hakim komşularım bahsetsin. Ben daha ziyade kendimi sınadım, daha önce Deniz Feneri'ne filan başlayıp başlayıp pes etmişliğim var. Bu sefer anladım kadını, neden önemli olduğunu da anladım. Ama sanırım en kolay okunacak kitabı da bu, üniversitede verdiği birkaç dersin metin hâli çünkü.

Kafama kazındı, kadınlar yoksul, hep yoksuldular, eve tıkılı vaziyetteler. Sonra üzerine 1980'lerin sonlarında New York'taki "drag ball" dedikleri alt-kültürü anlatan belgesel Paris Is Burning izledim. Zaten Afrikalı-Amerikalısın ya da Latinosun, bir de üzerine heteroseksüel değilsin; belgeselin başlarında biri böyle anlatıyordu, çifte azınlık olma hâli. Toplanıp balolar düzenliyorlar, o gece ne olmak istiyorsan onu olabiliyorsun; dans var, podyumda model gibi yürümek var, kategoriler var. Ve çok nefis bir eleştiri, bir dalga geçme hâli de var.


Hatta kazananlara kupa veriliyor, ciddi bir rekabet de mevcut. Bir araya gelip hayal kurabilmek, kendini ifade edebilmek, var olabilmek için bir alan yaratmışlar. Çok dokunaklı anlar vardı, hayallerini anlattıkları. Ya da fahişelik yapmak zorunda olduklarını saklamaya çalıştıkları. Woolf'un yazdıklarını düşündüm; yoksulsun, tıkır tıkır işleyen şehir makinesinde kendine bir yer bulamıyorsun, o makine senin varlığını reddediyor, ne yapacaksın?

Drag ball, sanırım büyük ölçüde Madonna sayesinde yer üstüne çıkmış. O meşhur "Vogue" dansının kaynağı burası. Sana ait olmayan bir şeydeki potansiyeli görüp bunu şan, şöhret ve paraya çevirmek mi, yoksa elinden tutup yolu açmak ve görünür kılmak mı? Bilmiyorum. Baloların en bilinen isimlerinden bazıları pop müzik ve moda piyasasında kareograf/dansçı olarak çalışıp hayat standartlarını yükseltebilmişler, daha önemlisi kendilerine yer bulabilmişler, yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının karşılığını alabilmişler. Çoğunu hayat ezip geçmiş. Bir kısmı 30 yaşını görememiş.

RuPaul'ün Drag Race'ini seyrediyorsanız, Paris Is Burning'e referans verir hep RuPaul. Bu geleneği sürdürdüğünü hissettirir, zaten drag lügatının büyük kısmının da kaynağı bu balolar. RuPaul'ün Drag Race'inden o çılgın pembe renkleri ve "show business"ın katı kurallarını çıkarınca geriye Paris Is Burning kalıyor; gözlerinize ziyafet, karnınıza bir yumruk.

6 comments:

  1. Woolf gördüm.

    Açıkçası ben kendisiyle ilk defa üniversitede tanışmıştım. Daha toy zamanlarım ve ilk okuma çabam bu kitaptı. Hiçbir şey anlamamıştım neredeyse. Çok dağınık gelmişti bana. Yarım bırakmıştım. Sonra Mrs.Dalloway'e başlamıştık arkadaşla. Fakat yirminci sayfa dolaylarında pes etmiştik ve telefonda birbirimize itiraf etmekte zorlanmıştık (e tabi fülarımız bozulacak söylersek :D). Velhasılkelam aradan biraz vakit geçti ve Deniz Feneri'ni okudum. Tam anlamıyla çarpıldım diyebilirim. Evet yine çok zor oldu ancak bu defa keyif duydum ve anladım. Sonra muzip Orlando, keyifli Flush ve çoooook sevdiğim Jacob'ın Odası geldi. Nihayet Dalloway'e döndüm tekrardan ve sıfırdan oturup okudum. Bu defa hiç zorlanmadım.

    Sanırım Woolf'un bilinçakışı anlayışına alışmak zaman gerektiriyor. Doğru kitapla başlamak mühim. Emin ol Dalgalar kitabı için en zoru derler ama benim için Kendine Ait Bir Oda'dır. Yıllar sonra tekrar okudum ve anladım (gibi). Ama tadı yok. Ders şeklinde olduğundan sevemedim. Zaten tek sevmediğim Woolf kitabı.

    Yorumum çok uzadı ama ekleyeyim, ben Joyce-Faulkner-Woolf üçlemesini çaprazlama okudum vaktiyle. Bilinç akışı denen pek illet fakat güzel tekniğe bir şekilde alıştım. Hala da çok severim. Üst üste kendimi zorlayıp bu isimleri okumasaydım herhalde hiçbir zaman bunu sevemezdim. Biraz kıl :D

    Dalgalar benim en sevdiğim on kitap arasındadır. Ağlatan bir kitap yalnız. Çok karamsar. Ve zor. Her şekilde. Okuması dert, satır arası anladığın korkunç hayat gerçekleri dert. Dert. O kadar melankolik bir kitap daha görmedim. Görmeyeyim de. Ölümü anlatan en iyi kitap diyebilirim. Ve intiharı. Bence seversin fakat çok keyifli döneminde okumanı öneririm. RuPaul seyrederken okunabilir mesela :D Kitaptan sevdiğim birkaç quote:

    “Alone, I often fall down into nothingness. I must push my foot stealthily lest I should fall off the edge of the world into nothingness. I have to bang my head against some hard door to call myself back to the body.”

    “I see nothing. We may sink and settle on the waves. The sea will drum in my ears. The white petals will be darkened with sea water. They will float for a moment and then sink. Rolling over the waves will shoulder me under. Everything falls in a tremendous shower, dissolving me.”

    “And in me too the wave rises. It swells; it arches its back. I am aware once more of a new desire, something rising beneath me like the proud horse whose rider first spurs and then pulls him back. What enemy do we now perceive advancing against us, you whom I ride now, as we stand pawing this stretch of pavement? It is death. Death is the enemy. It is death against whom I ride with my spear couched and my hair flying back like a young man's, like Percival's, when he galloped in India. I strike spurs into my horse. Against you I will fling myself, unvanquished and unyielding, O Death!”

    (bir de yapmamız gereken görevlere dair bir tespit vardı bulamadım-o dehşettir).

    Sincerely, çenesi düşük Zihin :/

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ya şu anda küçük bir aydınlanma yaşıyorum galiba, ben bir de orijinal dilinde okumayı deneyeyim çünkü quote'ları ilgiyle okudum o.O Bir yandan da senin sevmediğin tek Woolf kitabını okuyabilmiş olmam içimde dev şüphe dalgaları uyandırıyor. Ya öbürlerini asla okuyamazsam ya da okuyabilsem bile sevmezsem?

      Ben bu bilinç akışı meselesini sevemedim bir türlü, yemin ederim ölecek gibi oluyorum okurken. Kendine Ait Bir Oda'da bile bunalttı beni. Herhalde hayatımı öğrenci olarak geçirdiğim için yadsımadım, sindirdim anlatılanı :)

      Joyce hiç okumadım, Faulkner'i kendimi iterek ve çekerek okudum. Şimdi bakınca çok mantıklı geliyor, benim derdim bilinç akışıyla anlaşılan :D Benim fularım bozulmayı bırak düştü resmen, düştüğünü farketmedim bile, fularsız devam ediyorum hayatıma ahahhhaha :D

      Sevgi Soysal okuyorum şimdi, onu da hiç okumamıştım, çok sevdim. Araya bir şeyler daha sokayım, sonra da İngilizce ve e-kitap olarak bakınayım bir daha Woolf'a. Çünkü okuma işinin biraz da talim terbiye gerektirdiğini düşünüyorum, egzersiz gibi; zoru yaptıkça alışıyorsun, yapmadıkça çaptan düşüyorsun.

      Sincere'ler bizden Zihinbeyciğim <3

      Delete
    2. Yorum sohbetinizi okumak ayrı keyifti :) Kendine ait bir oda ve Mrs Dalloway'i okuduktan sonra Dalgalar'ı aldım lakin dokunamadım. O kadar korkuyorum ki :)) Woolf gibi yazarların birileriyle (kitap kulübü gibi) okunması gerektiğini düşünüyorum, hem "ha gayret" diyenin oluyor hem de üstüne konuşabiliyorsun.

      Delete
    3. Ay evet ya, gerçekten. Bu çileyi paylaşmak lazım, benim tek başıma kaldırabileceğim bir yük değil :D

      Delete
  2. onedio sitesinde garip testler var,bir test vardı,kitabını bul tadında bana "kendine ait bir oda çıkmıştı"hala okuyacağım.Bende eğlenceli akıcı diye umuyordum tüh

    ReplyDelete
    Replies
    1. Eğlenceli değil ama yer yer esprili, kendine has bir akıcılığı var. Kendine has akış derken kastım, kadının üzerimize bir düşünce şelalesi boşaltıyor olması ve şelalenin hiç hız kesmiyor olması. Aslında ne güzel bir yer, tertemiz sular akıyor üzerimize filan ama su o kadar tazyikli ki nefes alamıyor insan.
      Eveth. Böyle sanırım :)

      Delete