Amme hizmeti kapsamında babamın bu haftaki yazısının düzeltmelerini yaptım. O arada bir de "Canım sen de hep Osmanlıca kelimeleri tercih ediyorsun!" diye fırça yedim. "Çözdüler"i "hallettiler" ile değiştirdim çünkü. Meseleyi çözmek yerine meseleyi halletmek daha güzel geliyor kulağıma, ne bileyim. 74 yaşında benden daha modern bir Türkçe konuşuyormuş, "Binaenaleyh, namütenahi, gayrı tabii" filan diyerek kapattım telefonu.
Önceki gün veterinere bir buçuk saat geç gittik. Çünkü barbar kocam varlığımızı unutmak suretiyle eve bir buçuk saat geç geldi, o arada sanayide ustalarla çay içiyormuş. Külüstür bir arabası var, sanayide abilerle topluyorlar. Bir buçuk saat hazırolda bekledik köpenklerle.
Koko'nun patisinin üzerinde bir kütle belirmişti, geçenlerde kütlenin üzerinde bir de yara çıktı. Veteriner almaya kalkar, uyuşturur filan, aç götürelim diye mama da veremedim gerizekalılara. Hazırolda ve aç bekledik yani. Hakikaten almaya karar verdi veteriner kütleyi, cumartesi yeniden götüreceğiz.
Benimkilerin fotoğrafını aramaya üşeniyorum, annemin ayısının bir fotoğrafını koyayım:
Çomar'ın önlenemez gürbüzlüğü. Ve dev meyve yarasalarıyla olası akrabalığı.
Dün eve yürürken gördüm, bir alt sokağımızda yeni bir yer açılıyor. Bu sefer gerçekten hepsi bir arada, "Organik kafe-market-yoga atölyesi". Yemin ederim uydurmuyorum, tabelasını asmışlar. Yemin ederim abartmıyorum, her üç apartmanın birinin zemin katında var bunlardan. Bu kadar her şeyi bünyesinde toplamışı yoktu, artık o da var çok şükür.
Peki bu kafe-market-yogacının yerinde eskiden ne vardı? Bakkal vardı. Normal mahalle bakkalı. Ecnebilerin gentrification, bizim mutenalaştırma, elitleştirme filan dediğimiz bu bok, mahalle hayatını mahvediyor. Anahtarcılar, tesisatçılar, berberler, bakkallar, yufkacılar dayanamıyor çünkü kiralar fırlıyor. Onların yerine ise benim gibi bir mahalle sakinin hiçbir işine yaramayacak ama mahalle dışından yemeye içmeye organik almaya yoga yapmaya gelecek insanları çekmek üzere bu yeni nesil işletmeler açılıyor. O insanlar yemeye içmeye organik yogaya arabaları ile geliyor, dağ tepe park etmiş araba doluyor. İşte köftecinin dumanı salonunuza giriyor, organik kafe gece 12'ye kadar açık kalıyor ve sohbetler evin içine doluyor. Bakkalla selamlaşırken bunlarla selamlaşamıyorsun çünkü hiç öyle bir hâlleri yok, bakkala anahtar bırakırken bunlara bırakamıyorsun çünkü kim olduklarını bilmiyorsun. Alışveriş yapayım diyorsun, bayat bir açmayı 10 liraya satıyorlar. Glutenli ama sevgiyle imal edilmiş açma, kalbinde bir yaraya, ilerleyen günlerde ise bir tür tek taraflı kan davasına dönüşüyor. (Ama tabelası çok şık bayat açmacının. Ve kız mühendisken bırakıp hayallerinin peşinden koşarak bu açmacıyı açmış. Evet, açmalar bayat. Ve tanesi 10 lira. Çünkü mühendisliğin bıraktığı boşluk 3 liralık açmayla dolacak değil.)
Bunun aynısı Urla'ya da oldu. Öncesinde Alaçatı'ya da olmuştu zaten. Şimdi gidip gezdiğiniz Urla'da Urlalı kalmadı, bütün kafeler mafeler organikçiler hep dışarıdan gelip bu işlere soyunmuş, para kazanmaya çalışan insanlar. Her şeyin fiyatı 10 katına çıktı, herkes turist, her şey maviye boyandı. Annem geçenlerde sokaktan eve girmek üzere bahçe kapısına meylettiğinde, kapının önünde poz veren karısının fotoğraflarını çeken adam anneme eliyle "gelme gelme!" yapmış. Güldüm dinlerken ama bir yandan da insanın sinirleri bozuluyor. Bahçe kapısında hiçbir numara yok, kapı maviye boyalı sadece, arka tarafta da biraz çiçek miçek var işte. Normal bahçe kapısı. O Instagramlar nasıl dolacak di mi?
Bu çıldırmışlığın altını çizen hadiselerin en nadide örneklerinden biri barbar kocamın manav macerası. Sebze meyve alayım diye çıktı evden güzel bir bahar günü, geri dönemedi. Annemlerin Urla'daki ev ile Malgaca Pazarı arasında uzun bir cadde var, normalde 5-6 dakika sürmüyor Malgaca'ya ulaşmak. Nihayet eve dönebildiğinde burnundan ateş çıkıyordu. Meğer cadde üzerindeki kafelerden birinde Ertuğrul Özkök şarap içiyormuş. İnsanlar durup Ertuğrul Özkök'ün şarap içmesini seyrettikleri için cadde tıkanmış, barbar kocam tıkanıklığın ortasında mahsur kalmış.
Allah sonumuzu hayretsin. Ki etmeyecek. Böyle şeylerin sonu iyi olmuyor. Geriye sadece posası kalıyor her şeyin.
Çok müspet bir yerlere vardım gene gerçekten, böylece bırakıp gideyim bari. Sabah hava kapalıydı biraz, bir ara gök gürledi filan, bir miktar alışır gibi oldum kışın geliyor olduğu gerçeğine. Çok soğuk olursa buralara ağlama hakkımı saklı tutarak gidiyorum, naapıyorsunuz bu güzel perşembe günü?
Valla burası çok sıcak, hala yaz. Dün biraz sonbahara meyledip yağmur döktü ama pişman olmuş olacak ki tekrar yaza döndü. Leş gibi terledim, kendime bile haşlanmış taze fasulye gibi kokuyorum, lakin duş yapma hevesim kursağıma düğüm oldu. Suyun tazyiki düşmüş, şofben yanmıyor, mecbur akşamı bekleyeceğim. Böyle bir şey de ilk defa oluyor. Müteahhitler mi yaptı ki evi onlara verelim diye? Vermem valla, mahalle hamamına giderim daha iyi :)))) Önümüzdeki cumartesi tekrar portakala evrilen film festivalimiz, haliyle de benim mesaim başlıyor. Şimdilik Minion desenli battaniye örmekle meşgulum...
ReplyDeleteBurası serinceydi bugün, duşa girmem lazımdı ama kargo ha geldi ha gelecek diye giremedim, şu saat oldu. Kesin müteahhitlerden biriyle ayağıyla bastı sizin su borusuna, tazyiği kesti. Bu blöfü yemeyiniz Leylak Hanımcığım, son kale olarak kalsak da vermiyoruz evleri kentsel döndürmelere. Okuyacağım portakallı festivali, yazarsın diye umuyorum.
DeleteUluslararası bir etkinliğe katılım öncesi hazırlık yapmak için bir araya gelinmiş bir toplantıda; dış güçler diye adlandırdıkları uluslararası kuruluşlara ve organizasyona laf atan, onlar bu mesleği bizden öğrensin havalarına giren, değil bir kelime İngilizce bilmek, Türkçesi bile mahalle ağzından öteye gidemeyen sarı çizmeli agaları dinledim. Bunlar daire başkanı düzeyinde falan adamlar. Vayyy be yine özgüven fışkırıyor, yine boş adamlar gidecek ve boş gelecek, bir dahaki toplantı dönemine yine aynı şeyleri söyleyecekler diye düşündüm... Çok güzel bir Perşembe anlayacağın.
ReplyDeleteŞu an Söğütözü gök gürültü sağanak yağışlı; kış geliyor fikrini gözlerimle görüyor fakat reddediyorum.
Öpüyorum
Ohhhh allah sabır versin, insanın saçları dökülür sıkıntıdan yemin ederim :/ Her yer zaten adam doluydu, şimdi bi de sarı çizmeli olanlarıyla dolu.
DeleteAyrancı tarafına yağmıyor iyi mi? Gök gürledi filan, çok az serpiştirdi saatler önce, onunla kaldı. Toplantıdan canını kurtaranlara sağanak tokadı olmuş, umarım kendini eve atmışsındır <3
Bu güzel perşembe günü, annemin tüm çabalarına rağmen uyanmayı başaramadım. Evde Zuhal Topal izliyorum. Annem örgü örüyor, Ertuğrul Özkök kim bilmiyorum ve kendi halimde felsefe okumalarımla ve Proust ile cebelleşiyorum. Sitemliymiş gibi yazsam da güzel bir hayat. Koko'cuğuma acil şifalar diliyorum.
ReplyDeleteBen de bugün zor kalktım, annem olsa zor kalkmazdım. Korktuğum için annemden, hep çok kolay kalktım onun kaldırdığı zamanlarda :D Ertuğrul Özkök, Hürriyet'te kah iç politika, kah şarap tadımı filan yazan ne idüğü belirsiz bir adam. Koko gelişmelerini bilahare yazarım. <3
DeleteBabanı gooogle ladım:)Hadi benim cümleyi de düzelt.Seninkiler karı-koca (anneni siyah beyaz fotosu ve babanın cümlesinden ve daha önceki bahislerden çıkarım yaparaktan)orjinal tipler gibi geiyor.Bazı isanların yaşı olmaz muhabbet şahane olur Allah sağlıklı uzun ömürler versin.
ReplyDeleteKonya da Ankara'dan pek farklı değil maalesef.Evler binalar dükkanlar dönüşürken sosyal bir dönüşüm yaşanıyor.Arkadaşıma ev bakıyoruz bir süredir,neler duyuyor görüyorum birisi "biz ev değil yaşam satıyoruz" dedi.Cümleler elit-köklü,yüksek standart,fitness,spa, filan diye gidiyor.Evlerde oturan insanlar ve onların oraya ait olma çabaları tez konusu olur
"Peder Beyinizi namütenahi umumi ağlarda teftiş ettim" ahhahhhahha :D Ay ne bileyim, bana deli tipler gibi geliyorlar. Esas şu aralar bir dev maceranın içine attılar kendilerini ama yazsam kızarlar mı bilmiyorum. Bir sorayım, izin alayım :)
DeleteAy hiçbir yer farklı değil, çok haklısın. Son gittiğimde Urfa böyleydi. Ve ne biçim tez konusu olur gerçekten, umarım birileri güzel güzel çalışıyordur bu konuyu. Altı AVM, üstü konut projeler var. Ve bir kesim insan bunu arıyormuş gerçekten çünkü görüyorum sağda solda, o şekilde yaşamaktan memnun insanlar var. Sokağın pisliğinden filan kurtulmuş, evinden çıkıp asansörle AVM'ye iniveriyormuş, çocuğu güvendeymiş bu şekilde. Ev değil yaşam satıyorlar gerçekten, ay ne kadar politik aslında bu da. Nerede ve nasıl yaşamayı tercih ediyor oluşumuz bile politik.
Haahaaaaa Hala gülüyorum telefonu kapatma şekline. Nasıl da aklına geldi o kelimeler alemsin :D
ReplyDeleteKokocuk nasıl oldu? Bir gelişme var mı o günden bugüne?
Cuma neşem oldum. Teşekkür ederim
Kelimeler aklıma gelmezdi aslında, birkaç hafta önce kardeşim Eski Meclis tutanaklarını okuyordu, "Şu ne demek, bu ne demek?" diye annemle konuştuk, oradan kaldı aklımda :)
DeleteKoko'nun bugün 3'te randevusu var veterinerde ama tabii haberi yok :D Bakalım, aslında küçük bir operasyon ama Koko büyük bir dramlar kraliçesi, göreceğiz neler olacak :D
"Ertuğrul Özkök'ün şarap içişini izlemek"; işte sosyopsikolojik halimiz (durum demedim senin için, halbuki baban aslında haklı, her eski Türkçe kelime her cümleye gitmiyor, kelimenin getirdiği karakter derin ama ara ara götürdüğü genel anlamdaki zaman uyumu da var, aman yarebbi) bundan ibaret..
ReplyDeleteAy evet ya, ben büyük ihtimalle Eski Türkçe bilmediğim için bu sağdan soldan aklımda kalan üç beş kelime bana şiirsel geliyor.
DeleteSosyopsikolojik ama turistsel sosyopsikolojik halimiz o. Ertuğrul Özkök'ün Urla'da bir yerlerde evi, bağı mağı birşeyleri var. Urlalılar alışkın yani adamın sağda solda görünmesine, şarap içmesine. Yolu tıkayanlar, Urla'ya gezmeye gelip adamla karşılaşanlar. Ben de görsem "Aaa o adam!" diye bir bakarım ama bu son dönemde herrrr şey telefonlarla kayıt altına alındığı için tıkanmıştır o yol :) Çünkü bizim kapının önünde de selfi çekimleri sürdüğünden evde mahsur kaldığımız oldu.
Ricky Gervais'in her oturduğu yerde halktan birinin gelip insan gibi bir merhaba, afiyet olsun falan demek yerine cebinden telefonu çıkarıp foto çekip gitmesini eleştirişi geldi aklıma :D
DeleteAhhahhha ay sinirlerim bozuldu :D
DeleteOkumaya doyamıyorum ve çok gülüyorum, acaba bu blogun sahibi Ferhan Şensoy mu diye de düşündüm valla :) Ben de Cunda adasında aynı duyguları yaşıyorum son yıllarda, 80lerdeki o güzel halini bildiğim için şu anki hali fazla makyaj yapmış abartı süslenmiş gibi geliyor, selfie için aynı duvarın önünde kuyrukta bekleyenler vardı geçen yaz.
ReplyDeleteKüçükken annemlerle Ferhangi Şeyler'e gidip, bir de en ön sırada otururken kusmuşluğum var :D "Naaptınız çocuğa?!" gibi bir şeyler söyleyip laf atmıştı sahneden ahhahhha :D
DeleteYa Cunda'yı tahayyül edemiyorum, Cunda Urla'dan çok çok daha güzeldir üstelik. Bizimkiler çok sever, eskiden sık giderdik. En son herhalde bir 10 sene önce filan gördüm. Arayıp annemlere anlatacağım Cunda'daki selfie duvarı kuyruğunu :D
Simdi bir de koylere yerlesip hayvanciklarin seslerine kokularina musallat olanlar turedi.Fransa da ciddi ciddi davalar aciliyor.Horozun birinin sahibi davayi kazanmis vb.Fransiz meclisinde kirsal yasama ozgu olan seylerin duyusal olarak korunmasi icin yasa taslagi hazirlanmis.Bence bizde de olmali.
ReplyDeleteAy evet evet! Gördüm o Fransa haberlerini de! Ve anında Urla'yı düşündüm. Civar köylerden birinin muhtarıydı sanırım, oturup o kadar güzel yazmıştı ki bu meseleyi. "Köyde yaşamak için geliyorsunuz, evlerinizin etrafına 3 metre duvar çekip gübre kokusundan şikayet ediyorsunuz. Siz ne istiyorsunuz tam olarak?" diye.
DeleteBütün kalbimle katılıyorum, kırsal yaşamın korunması yasası çıksın. Annemin tavukları vardı, bir gece sansar mansar bir şey gelip dağıttı bütün kümesi. Tavuklarına ağlamaktan içi dışına çıktı. Kendine gelip de yeniden tavuk alayım, kümesi sağlamlaştırayım dediğinde turizm patlamıştı. Şimdi utanıyor tavuk almaya çünkü evlerinin etrafı kafe bar butik doldu, kapının önünde selfi çekiliyor düzenli olarak.